“Çağın sloganı "Bilgi güçtür." Gerçekten de aradığımız bilgilere internet aracığıyla hızla ulaşabilmek ve kısa sürede bol bilgi edinebilmek beynimizdeki arşivleri zenginleştiriyor. Ancak, daha önce de değindiğim gibi, bilgi güç mü, yoksa iktidar mı sağlıyor sorusunu da beraberinde getiriyor. Çünkü etrafta, entelekt fazlasıyla dolaşan güçsüz insanların sayısı hiç de az değil. Uçaklara binerek bir yerlere gidip dönüyoruz, ama döndüğümüzde yol hikâyeleri anlatamıyoruz, seyyah kimliği ve seyahat denen akıcı süreç de giderek kaybolmaya başladı. İnternetten kitap ısmarlamak zahmetsiz ve zaman kazandıran bir yol, ama kitapçı dükkânının kokusunu koklayamadan, kitaplara dokunarak sayfalarını karıştıramadan ya da orada bir dostunuzla karşılaşamadan. Neden hiçbir şeyi kararınca kullanamıyor, karşımıza çıkan her yeni şeye saplanıp sonuna kadar tüketmek istiyoruz ki?”
Sen bir savaşın ne olduğunu bilir misin ey insanoğlu? . .
Milliyetçiliğin ve ırkçılığın taşlaştırdığı yüreklerin yol açtığı, anlatılması olanaksız insani dramlarla dolu, çılgınlıkların sonucu ne oldu? Tarih yinelendi, her zaman olan şey yine oldu; çılgınlıklar başarılı olamadı, çılgınlıkların dipsiz ve karanlık bir kuyu olduğu görüldü . Ancak insanlığın en ciddi hastalığı olan şey de yinelendi; unutkanlık. Büyük bir dünya savaşından çıkmış yorgun dünya, çılgınlıkları kısa zamanda unuttu . Yeni­den, daha acımasızım, daha kapsamlısını yaşamak üzere, çılgınlıklara ilişkin tarih perdesini kapattı . (Hayır, kapattığını sandı . ) Tarih kitapları, yaptıklarıyla yüzyılımızın en büyük çılgını şanını hak eden Adolf Hitler'in, çılgınlıklarının eşiğin­ de olduğu bir dönemde, 22 Ağustos l 939'da, çılgınlıkları yö­netecek askeri şeflerine şöyle söylediğini yazar: "Ermeni katli­ amından hata söz eden kimseler var mı?" Yok, hiç kimse yok­tu.
Reklam
Hatta bir keresinde nazik bir ustabaşına ''Benim senden bu yol işini öğrendiğim kadar kısa süre içinde sen benden beyin ameliyatı yapmayı öğrenebilseydin sana çok büyük saygı duyardım'' deme cüretinde bulunmuştum. O da gülümsemişti.
C. W. Mills'e göre (1964: 129), doğumu takip eden ilk yıl içinde sağ kalmak, sağlıklı olmak, hastalanınca kısa zamanda iyileşmek, suçlu çocuklardan olmamak, orta veya yükseköğrenim derecesini tamamlamak, güzel sanatlar görmek vb. birer yaşam şansıdır. Bunların dışında yerine göre beyaz bir ailede doğmak, özürlü olmamak, uzun boylu olmak ya da "dünyaya erkek olarak gelmek" gibi fiziksel özellikler de sayılabilir. Dolayısıyla kültürel sermayeye sahip olabilmek için de önce yaşam şanslarına ihtiyaç vardır. Sosyal statüsü yüksek bir ailede doğma şansına sahip olamamış bir çocuğun güçlü bir kültürel sermayeye sahip olması ihtimali çok düşüktür. Dolayısıyla insanlar neye inanırlarsa inansınlar, iktisadi bir düzen olarak sınıf yapısı, o yapı içindeki durumlarına göre, insanların hayat şanslarını etkilemektedir (Mills, 1964: 137). Mal varlığındaki farklılıklar hayat şanslarındaki farklılıkları doğurur; statü farklılıkları da bundan daha önemli olan hayat tarzlarındaki farklılıklara yol açarlar.
İhtilaflar insanı dinden çıkarmaz. Fakat ümmet arasında meydana gelen bu ihtilâflar, özellikle itikādi açıdan ciddi boyutlara varınca, Müslümanlar'ı fitnelere ve büyük günahlara yöneltir. Hatta o zaman insan. farkında bile olmadan kendini dinin sınırları dışında bulabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Resûl-i Ekrem'in vefâtından kısa bir süre sonra Hz. Osman ve Hz. Ali radıyallahu anhüma zamanında ortaya çıkan ihtilaflar, daha sonra fitneye dönüştü ve pek çok sahābi henüz hayattayken ümmet ağır bir imtihandan geçti. Dört halîfeden sonra fitne ve ihtilaflar artarak devam etti; bunlar da İslâm ümmetinin bölünüp parçalanmasına sebep oldu. İslam ümmeti içindeki ihtilafların sonucunda doğan grupçuluk ve hizipçilik bizi bölüp parçaladı ve ümmet olma vasfımızı tehlikeye soktu. İslam toplumunun fitneden kurtulabilmesi, ihtilaflara düşmemesi için müşterek bir düşünce ve hareket tarzına sahip olması gerekir. Belli bir şahsın veya grubun düşünce ve hareket tarzına tabi olmaması icap eder. İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz bize izleyeceğimiz yolu göster miş, kendi sünnetine ve doğru yolda olan Hulefa-i Raşidin'in sünnetine sımsıkı sarılmamızı emretmiş, böylece ortak hareket noktamızı göstermiştir. Bilindiği gibi Hulefa-i Raşidîn -Allah hepsinden razı olsun- Hz. Ebû Be kir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'dir. Fahr-i Kâinat Efendimiz hadis-i şeriflerinde onların hak ve doğru yol üzerinde bulunacaklarını belirtmiş, bize de onların yolunca gitmeyi emir buyurmuştur. Hak mezheplerin hepsi, Hulefa-i Râşidin'e uyulması gerektiği konusunda görüş birliği içindedir.
Reklam
“Hiçbir yol daha kısa ya da daha uzun değildir; fakat bazı kimseler daha ciddi, içten ve isteklidirler, bazıları daha az.”
Kabarık fakat kısa saçların çıktığı melon şapkası, içinden beyaz bir göğüslüğün göründüğü yakasız kadife ceketi, modanın hangi tarihe ait olduğu ve modelin cinsiyeti konularında tereddüt etmeme yol açıyordu; öyle ki, karşımdakinin, resimlerin en durusu olmasının haricinde, ne olduğunu tam olarak bilemiyordum.
Sayfa 853
Elbette dağ olmasa,yol çok daha rahat ve kısa olur;ama sonuçta orada ve aşılması gerekiyor.
- A'RÂF SÛRESİ -
YERYÜZÜNDE HAKSIZ YERE KİBİRLENENLERİ, kalplerini kör ederek AYETLERİMDEN UZAKLAŞTIRACAĞIM. Çünkü onlar, hâkikati ortaya koyan BÜTÜN MÛCİZELERİ GÖRSELER, YİNE DE İNANMAZLAR. DOĞRU YOLU GÖRSELER, ONU İZLENECEK YOL OLARAK BENİMSEMEZLER FAKAT AZGINLIK YOLUNU GÖRÜNCE, ONU DERHÂL KENDİLERİNE YOL EDİNİRLER. BÜTÜN BUNLAR DA AYETLERİMİZİ YALAN SAYMALARINDAN VE ONLARI GÖZ ARDI ETMELERİNDEN İLERİ GELMEKTEDİR. (146. Ayet)
Reklam
NASA'nın Ames Merkezinde bulunan araştırmacılar, yirminci yüzyılın sonunda yaklaşık olarak ayakkabı kutusu büyüklüğündeki vakumlanmış odacıkların mutlak sıcaklığın 10 derece üstüne (-263 °C) kadar soğutulduğu deneyler yaptılar. Odacığın içindeki su, metan, amonyak ve karbondioksit karışımı, buzun yıldızlararası bulutlardaki toz taneciklerinde
Bürgerbräukeller Almanya'da bulunan bir büyük bira salonuydu. 1920-1923 arası Nazi Partisinin tercih ettiği toplanma yerlerinden biri oldu. Adolf Hitler 8 Kasım 1923 tarihinde Birahane Darbesi'ni burada başlattı. 8 Kasım 1939'da gizli bir anti-Nazi olan marangoz işçisi Georg Elser, Bürgerbräukeller'de Hitler'in bir konuşma yapacağını öğrendi. Önceden oraya bomba yerleştirdi. Bomba patladı ve sekiz kişinin ölümüne ve altmış iki kişinin yaralanmasına yol açtı ama Hitler sağ salim kurtuldu çünkü konuşmasını kısa kesmiş ve yaklaşık yarım saat erken ayrılmıştı. (Georg Elser hapse atıldı, beş yıl tutuklu kaldıktan sonra Nazilerin teslim olmasına bir aydan az kalmışken bir toplama kampında infaz edildi.)
Osmanlı tebaasının Batı stili kıyafetleri hayli komik bulduğu, bunu saklamaktan çekinmediği, Osmanlı şehirlerinde kendi kıyafetleriyle dolaşan Batılılara zaman zaman sözlü tacizde bulunduğu yalan değildi. Fransız seyyah, Sieur François La Boullaye-le-Gouz da Doğu'ya birkaç seyahatte bulunmuştu. Isfahan'da elçilik görevindeyken vefat etmişti. 1640'ta Midilli'deyken tuhaf bir şey ilgisini çekmişti. Kendisinin ve arkadaşlarının kısa kıyafetleri onların adalılar tarafından maymun olarak görülmelerine yol açmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Hıristiyan tebaasının kılık kıya-fetine alışan Müslüman halk, Batı Avrupa'nın daracık külot pantolonlarını kabullenmekte zorlanıyor olmalıydı.
Ömür kısa, yol uzun.
Sayfa 41 - Dergah yayınlarıKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.