Tabii acı olmadan da mümkündür, kendine sürekli yeni yön tayin etmek, ama pek kimse yapmaz bunu çünkü iş ciddiye binmiş değildir. İnsanların hayatlarına dair huzursuzluk duymaları için bir şeyin onları acıtması gerekir: İşte bunu mutsuzluğa borçluyuzdur.
Lakin acıları anlamlandırma biçimi değiştirilebilir. Hazzı hissedilebilir kılan zıtlık deneyimini sağlamaz mı acılar? Acıyı tanimasam,hazzın ne olduğunu nereden bilecektim? En yoğun mutluluk anları, acının dindiği anlar değil midir? Demin az kaldı bulanıklaşacak olan gerçekliğe...
Acılar, istisnaları bir kenara bırakırsak, insanları mutsuz eder. Hayatımızdan çıkmalıdırlar. Ama er geç çıkagelirler; yaralanma ve hastalığa bağlı bedensel acılar, hayal kuraklığı hissine ve duyguların incitmesine bağlı ruhsal acılar, geçicilik ve ölümle karşılaşınca...
Oysa insanın yerde ve gökte değil bir şey yaratmak, yaratılmış olan üzerinde tasarrufta bulunmak gücü bile yoktur. Eğer insanın dünyaya düzen vermek, eşyaya yön tayin etmek gibi bir "yeterliliği" olsaydı kendisi "ehl-i kıble" olmak gibi bir mükellefiyete muhatap olmazdı.
Yaygın yanlışın gerek Hıristiyanlığın ve gerekse İslâm dininin önemini tebarüz ettirmek isteyen bazı çevreler tarafından da paylaşıldığını eklememiz gerek. Bu çevreler hilkâtin yüceliğini vurgulamak gerektiğini düşündükleri zaman dikkatleri çiçeklere, böceklere, kuşlara, ıssız...