Kendi yolculuğun
Ölümsüz aşk isterken, ölümsüze âşık olursun! İçin o kadar yanar ki, ancak bu yangını yaratıcıya duyulan aşk ile söndürebilirsin. Dua ederek, şükür ederek her An Allah’ı hissetmek. Sözün ruhu olduğuna inanarak; dualarla şükür etmeyi yazıp, kendimden kendime yolculuğuma devam edeyim! Kim bilir! Bir sonraki yolculuğum, tekâmülüm ne olacaktır?
Sayfa 194Kitabı okudu
Tutunamayanlar
Acaba ona her şeyi öğrettiniz mi? Çiçeklerin adlarını da öğrettiniz mi? Hangi mevsimde hangisi açar hangisi uzun zaman dayanır dört yapraklı yonca var mıdır yoksa bir efsaneden mi ibarettir hangi çiçeği güneş sever hangisi evde Solar Güneş nereden doğar batışı nereden seyredilir?
Reklam
Baktım ki tabiatta yalan yok Çiçek açarsa meyve veriyor Irmak gibiyse denizlere akacak Dağsa ovaların çok yükseğinde Kuzuysa kurttan iyi Taşsa havadan ağır Balıksa suda soluyacak Domuz bile yavrusunu emzirecek Saçılan her tohum filizleniyor Yonca oluyor, keten oluyor, buğday oluyor zamanla Baktım ki tabiatta yalan yok.
Metin Eloğlu
Metin Eloğlu
Bay Jones'un gözdesi olan Moses, gammazın, dedikoducunun tekiydi, ama ağzı iyi laf yapardı. Gene bir masal uydurmuştu: Sözümona, Balbadem Diyarı denen gizemli bir ülke vardı, bütün hayvanlar öldükleri zaman oraya gidiyorlardı. Moses'a bakılırsa bu ülke gökyüzünde bir yerde, bulutların az ötesindeydi. Balbadem Diyarı'nda her gün pazardı; dört mevsim yonca biter, ağaçlar ve çalılar, kesmeşeker ve keten tohumu küspesinden geçilmezdi. Gerçi hayvanlar, gününü masal anlatmakla geçirdiği ve hiç çalışmadığı için Moses'dan nefret ediyorlardı; ama gene de, Balbadem Diyarı masalına inananlar çıkmadı değil. Domuzlar, onları böyle bir yer olmadığına inandırabilmek için az dil dökmediler.
Bizim kasabada yılların emektarı Yonca Fırın var internette bakınca Anadolu'da ki diğer şubeleri de mahalle arasında hafif caddeye bakan taraftaymış. Bu adamlar şimdi televizyon reklamı yapmasa da olur. Konum seçiminden kıllarını kımıldatmadalar her kesime hitap etmeyi beceriyorlar. Caddenin öteki tarafında da durumu biraz iyi olanlar var.
Yaşadığımız coğrafya, doğup büyüdüğümüz ev bizim kaderimiz ise; Bizler kaderlerimize mi âşık olacağız? Ölüm duygusunu bile unutturan tek duygu olan Aşk’ı; sırf tanıdığımız duyguları ve davranışları bulmak için mi yaşayacağız? Ölene kadar tekâmül etmemizi sağlayan duygu; Aşk ise, kendi özümüzü bulma yolculuğuna çıkartıyorsa bizi, aşkın kıymetini bilmek gerekmez mi?
Reklam
Günaydın Yaşamak!
Yonca üstünde uyumuş güzel sana da günaydın!🌞 Uyan hadi göy gözlüm.😉🐈
. Duygularınız için özür dilemeyin. Bunlar için asla özür dilemeyin. . . .
Harikulade anladık :)
"Pek çokları Cennet'e inanarak eşeklerini sağlam kazığa bağlamışlardır; benim eşeğim yok, özgürüm; eşeğim nerede ölürse ölsün, Cehennem'den korkmam; nerede yonca yerse yesin, Cennet'ten umudum yoktur. Cahilim, nasıl söyleyeceğimi bilmem, ama sen patron, beni anlarsın."
472 syf.
·
Puan vermedi
Gerçek olaylara dayanılarak yazılan bu roman bir büyüme hikayesi aslında.İsveç gibi bir ülkede yaşanan ırkçılığın, adaletsizliğin, hayvanlara yapılan işkencenin, doğaya yapılan acımasızlığın günbegün büyüme hikayesi. Roman geçimini rengeyiği yetiştiriciliğiyle sağlayan bir Sami ailesinin 9 yaşındaki çocuğu Elsa'nın kendi geyiğinin öldürülmesine tanık olmasıyla başlar. Tehdit edildiği, azınlığn bir parçası olduğu için de yıllarca kimin öldürdüğünü söyleyemeden, adaletin gerçekleşmesini umarak susar. Polislerin ya da köyü yöneten kişilerin devam eden bu rengeyiği katliamını "çalınan" olarak nitelendirmesiyle birlikte açılan tüm dosyalar kapanır. Yıllar geçer ve aslında "çalınan" ın rengeyikleri değil de insanların vicdanının, adaletin, görev bilincinin olduğunu görürüz. Değinmek istediğim noktalardan biri de kitabın muhteşem atmosferi. Sanki bir sinema filmi izliyormuşuz gibi İsveçin o soğuk atmosferini, o yaşamın zorluğunu yazar okuyucuya muazzam hissettiriyor. Diğer bir konuda o 31. bölümdeki yazarın okuyucuyu en hazırlıksız yakaladığı anda dumur etmesiydi. Hiç beklemediğim bir anda neye uğradığımı şaşırıp, kalbimizi kırdın Ann Helen hanımefendi. Bu acımasızlığı unutamayacağım. Hayvan haklarına, iklim krizine ve en önemlisi adalete inanan insanların mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum.
Çalınan
ÇalınanAnn-Helén Laestadius · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20247 okunma
Reklam
Gerçekten Aşk neydi?
Aşk Bu; Adı Üstünde Sarmaşık, Azıcık Sırnaşık, Biraz Da Şımarık! Gerçekten Aşk neydi? Erilleri şair edecek, duyguların doruklarına çıkaracak kadar neydi bu Aşk? Aşk’ı dile getirmek erillere mi düşüyordu? Dişil dişiliği gereği, Aşk’ı duyarak mı Aşk’ı yaşamak istiyordu? Kimin duygusu daha yoğundu? Aşk’ını dile getiren erilin mi, sevgi sözcüklerini duyarak Aşk’ı yaşamak isteyen dişilin mi? Sahi birbirinden farklı iki insanı bir araya getiren ortak nokta neydi? Aşk mı ortak noktaları, Aşk yüzünden mi ortada noktaları? Bu nasıl bir çekim ki, ortak ve orta noktaları birbirleri oluyordu? Neden kendimizden farklı kişilere çekiliriz, kendinde olmayan eksik hissettiklerini tamamlamak için mi?
Kul aşkından ilahi aşka yolculuk…
Sadece seni yaşadım. Sadece seninle yaşamak istedim beni değiştiren, geliştiren, dönüştüren adına Aşk dediğimiz bu duyguyu. Kavuşunca mı Aşk olur? Kavuşamayınca mı? Bilemem, bildiğim yandığım, hem de çok yaktığın. Razı oldum, yandım, yandım! Öyle yandım ki aşka uçan kanatlarım alev aldı. Dönüştüm, kendi yolculuğumda kendime dönüştüm. Meğer Aşk’mış benim tekâmülüm. Aşk ile aşk için çıktığım bu yol beni dönüştürmüş. Kendimin bir üst versiyonuna geçirmiş, makamımı arttırmış bu yolculuk. Farkına varmanın da fark olduğunu, işte! o an anladım. İranlı şair Şirâzî der ki: —“Aşk’a uçma kanadın yanar.” Mevlâna der ki: — “Aşk’a uçmazsan kanat neye yarar?” Yunus Emre der ki: —“Aşk’a vardıktan sonra kanadı kim arar!” Aşk; uçurur, ayaklarını yerden keser, Mecnun’un gözüyle Leyla’ya bakmak gibidir Aşk. Mecnun’un gözüyle bakıp da, görmeli Leyla ‘yı! “Güzelliğin On Par’etmez Bu Bendeki Aşk Olmasa” der: Aşık Veysel Şatıroğlu.
Aşk’ın Ziline Basıp Kaçtım! Ne olacak görelim…
İkiz Alev’e Mektup... Bugün günlerden neydi? Aklımda tek bir düşünce var. Gündelik hayatı yaşıyorum, yemek yiyor, konuşuyor, gülüyorum… Beynimin içinde bir noktada, bir düşünce, benden ayrılmayan, beynimi zorlayan, yok saymak istediğim, bir o kadar da çekim alanına girdiğim… Uzaklaşmak istesem de uzaklaşamadığım hem bu Dünya’da hem de öteki boyutlarda beni yakan, içimi kavuran bir o kadar da tarifsiz mutlu eden. Evet, senin varlığın beni çok mutlu ediyor, sen hep ol hayatımda. Beni görmesen de bana dokunmasan da ol hayatımda, ol yaşam merkezim- de…
Sayfa 130Kitabı okudu
Aşk’ın Ziline Basıp Kaçtım! Ne olacak görelim…
Güzel olan Aşk hikâyeleri de vardı elbette. O zamanların sevdaları da Aşkları da ne kadar masum ve güzeldi… Yolda yürürken; beyefendinin “Sizinle müşerref olabilir miyiz “ ile başlayan sorusuyla, hanımefendinin ise “ben müşerrefi tanımam, o kim?” masumane cevabıyla, muhallebici de birlikte muhallebi yemeğe varan bir Aşk Hikâyesi… Taktik oyunlarına gerek duyulmadan, masumca sorulmuş ve masumca cevap ile başlamış bir Aşk Hikâyesi… İnsan o zamanlara özeniyor… İçi- dışı bir insanların duygularını saklamadan, dürüstçe yaşadıkları Aşklarını gıptayla izledik. Bakışarak konuşan, Yeşilçam filmlerindeki “Aşk neydi?“ sorusuna, “Aşk emekti!“ diyen Âşıklara hayran olduk. Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu derler ya; ben de diyorum ki; Sosyal medya çıktı, eski Aşklar ve Âşıkları bitiren, <<Game Over>> oldu…
Sayfa 118Kitabı okudu
Aşk’ın Ziline Basıp Kaçtım! Ne olacak görelim…
Bir Japon efsanesine göre; bütün insanlar birbirine kırmızı iple bağlıdır. Bu ip; kaderimiz de karşılaşacağımız kişilerle bağlar bizi. Zaman, mekân ne olursa olsun enin de sonunda bu kişilerle karşılaşırız. Belli mi olur belki kırmızı ip, karşılaştırır bizleri… Göz göze geliriz, biz bizi anlarız! Anlar, konuşur, düşünce denizin de yüzmeyi öğreniriz birlikte. Birdenbire, 1‘den 1’lik oluruz!
Sayfa 165Kitabı okudu
Resim