21. yüzyılın hastalıklannın da kendilerince bir diyalektiği vardır; fakat bu diyalektik negatifin değil, pozitifin diyalektiğidir. Bunlar ifrat derecesindeki pozitiflikten kaynaklanan patolojik hallerdir. Şiddet yalnızca negatiflikten değil, pozitiflikten de meydana çıkar. Yalnızca başka veya yabancıdan değil aynıdan da doğar. Baudrillard, açıkça bu pozitif şiddete işaret ederek şöyle yazmıştı: "Aynıyla yaşayan, aynıdan ölür." Baudrillard aynı şekilde enformasyon, iletişim veya üretim sistemleri gibi "bugünkü bütün sistemlerin obezliğinden" de bahsetmişti. Yağ bağlamaya karşı bir bağışıklık sistemi yoktur. Fakat Baudrillard aynının totaliteryanizmini, kaldı ki bu nokta teorisinin zayıf kamıdır, bağışıklık perspektifiyle ortaya koymuştur: "Bağışıklıktan, antikorlardan, organ naklinden ve balgamdan bu kadar konuşuluyor olması tesadüf değil. Fakirlik vaktinde insanlar asimilasyon ve massedilmek üzerine kaygı duydular. Refah zamanlannda ise problem inkar ve püskürtmekten müteşekkildi. Evrensel iletişim ve aşın enformasyon, beşeri direnç kuvvetini tehdit etmektedir."
Bağışıklık paradigmasıyla küreselleşme süreci uyum içerisinde değildir. Bağışıklık reaksiyonuna sebep olan başkalık, sınırların ortadan kalkması sürecine karşı koyardı. İmmünolojik olarak tertip edilmiş dünyanın kendine has bir topolojisi vardır. Bu dünya sınırlardan, eşiklerden ve geçitlerden, çitlerden, arklardan ve duvarlardan imal edilmiştir. Evrensel değiş-tokuş süreçlerini engellerler. Bugünlerde hayatın her alanını ele geçirmiş olan hafifmeşreplikle, immünolojik etkiye sahip başkalığın kaybolması birbirini gerektirir. Sırf güncel kültür teorisi söylemlerine değil, günümüzün hayat hissine de hükmeden melezleşme, bağışıklıkla taban tabana zıttır. İmünolojik aşırı-hissediş hiçbir melezleşmeyi içeri almaz.
Her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları vardır. Nihai olarak antibiyotiğin keşfiyle sona eren bakteriyel hastalıklar çağı gibi. Gribal salgın karşısında duyulan muazzam endişeye rağmen bizler bugün viral bir çağda yaşamıyoruz. Bağışıklık tekniği sayesinde o çağı çoktan geride bıraktık. Hastalık veçhesinden bakılacak olursa, başlamakta olan 21. yüzyıl ne bakteriyel ne de viral; bilakis sinirsel [neural] olarak hemahenktir. Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu [DEHB], sınırdaki kişilik bozukluğu [SKB] veya Tükenmişlik Sendromu [TS] gibi sinirsel hastalıklar başlamakta olan 21. yüzyılın patalojik manzarasını tayin etmektedir. Bunlar kati surette bulaşıcı değildir; bilakis başkalannın bağışıklığımn olumsuzlanmasından [Negativität] ziyade, ifrat derecesindeki olumlanmasıyla [Positivität] tanımlı tıkanmalardır. Böylelikle, yabancının olumsuzluğunu savuşturmak üzere tasarlanmış her bağışıklık tekniğinden sıyrılır.
Nietzsche Putların Alacakaranlığı isimli eserinde, insanın bir eğitimcisinin olması gerektiği üç vazifeden bahseder. İnsan bakmayı, düşünmeyi ve okuyup-yazmayı öğrenmelidir. Nietzsche'ye göre öğrenmenin amacı "yüksek kültür" olmalıydı. Bakmayı öğrenmek demek, “gözü sükûnete, sabra ve kendine-gelmeye-bırakmaya alıştırmak", yani, gözü derin ve yoğun bir dikkate, uzun ve aşamalı bir bakışa ehil kılmak demektir. Bu görmeyi-öğrenmek "maneviyata doğru giden ilk okul öncesi eğitimdir." İnsan "bir uyaran karşısında hemen tepki göstermemeli; engelleyici, nihai dürtülere hakim olmalıdır."