Yorum

Semih Doğan isimli okurun asıl gönderisini gör
meltem şen okurunun profil resmi
Meraba Semih bey, Fikirlerimi gözlerimle birleştirecek olursam instagram çok görsel, havada bir mecra. Dolayısıyla mini birer tanıtım rolünde kalabilir gerçekten sunmak istediğiniz içeriğe göre. Yazınızdan anladığım kadarıyla düşünceye dayalı bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Hızlı kitle getiren bir yer olmasına rağmen ilgi çekici, ışıl ışıl olmayanları dışlayan bir yer Instagram. Twitter "linç" ve "olay"lar peşinden koşan görece daha canlı bir yer bence. Fakat orada da yine sunmak istediklerinize bağlı olarak ulaşabileceğiniz kişi sayısı sınırlı olacaktır. Bir düşünceyi cümleler halinde anlatmak ya da savunmaya dayalı mı olacak içeriğiniz örneğin? Bunun için mesela düşünsel, ya da uzun anlatıma dayalı bir yer değil bana göre twitter. Blog ise biraz cansız kaldı günümüzde sanki. Işıltısını salt instagram, en ateşli cümlelerini twitter almış gibi oldu. Dolayısıyla cansız haliyle artık iki üç görselli sayfalar süren yazıların okurları da azaldı. Youtube ise bence biraz daha farklı, dakikalarca fikirlerinizi açabileceğiniz bir yer. Kitle ulaşımı, insanların izlemesi ne kadar az olsa da canlı olarak anlatım, gerek videonun çekileceği ortam, gerek sunumdaki anlatım, gerek ses tonu vb. pek çok faktörle aslında anlatmak istediğinizi çok daha canlı olarak sunabileceğiniz bir yer. Bence bu yapan taraf olarak hem sizi hem de izleyici kitlesini daha iyi tatmin edecek bir yer. Herkes okumayı sevmez, ama dinlemek kolaydır. Ve videolarda anlatıcının rahatlığı, samimiyeti, ifadesi bence diğer mecralara göre daha bağlayıcı bir etki yaratıyor. Tabii bu daha artılı tarafın daha zahmet gerektiren yanları da var. Aktif içerik üretimi, ilginç konu başlıkları, tanıtılmamış şeyler ya da farklı yerden bakış istiyor. Baya efor istediği anlaşıyor. Görüşlere katılıyor sayılırım, internet artık çöplük oldu gibi bir şey. Ama düşündüğümüzde az da olsa bir kitleyi yönlendirmek, fikirlerinizi açmak konusunda da eşsiz bir olanak. Ulaşılabilecek kişiler-düşünce paylaşımı hazzı ile emek-buna değer mi arasında bir ölçüm yapmayı gerektiriyor sanırım. Umarım bir fikir verebilmişimdir. Sevgiler, şimdiden mutlu yıllar.
Semih Doğan okurunun profil resmi
Merhaba Meltem Hanım. Yazdıklarınız çok hoşuma gitti. Çünkü ben de tamamen sizinle aynı düşünüyorum. İnstagram, Twitter, Blog, YouTube gibi platformlara aynen sizin baktığınız çerçeveden bakıyorum. Birilerine ulaşabildikten sonra, onların hayatına dokunabildikten sonra harcanan emeğimi hiç düşünmem. Önemli olan gençleri doğru yola yönlendirebilmek diye düşünüyorum. Teşekkür ederim gerçekten.
Davut okurunun profil resmi
Her ikinizin de söylediklerinizin çoğunluğuna katılıyorum. Fakat, gözlemlerim sonucu edindiğim bir kanaat var o konuda ayrışıyoruz. Kanaatim doğrudur demiyorum ama üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak görüyorum. Ayrıştığımız konu: “Gençleri veya insanları doğru yönlendirmek”. Bu “yönlendirilmek” konusu, sanırım insanların kabul edeceği bir şey değil. Hele ki Z kuşağı dediğimiz nesil bir yerde “yönlendirme” olduğunu sezerse toptan terk ediyor orayı, isyan ediyor. Bir nevi “otorite” olarak görüyorlar. Bu reddedişlerin sayısı hiç az değil ve giderek de artıyor. Bir bireye doğru olduğuna inandığınız olguları tek yol olarak göstermek ve bunu ondan kabul etmesini beklemek sanırım günümüzde pek mümkün gözükmüyor (istisnalar hariç). Kişiler doğruları ve yanlışları karşılaştırma yaparak tercih etmek istiyorlar. Şöyle bir örnek vermek gerekirse; kime ait olduğunu bilmediğiniz, diyelim ki sahaftan veya kütüphaneden almak istediğiniz, bir kitabın sayfalarında önemli ve doğru görülen yerlerin altının çizildiğini fark ederseniz ne hissedersiniz? Kanaatime göre; “doğruya yönlendirme” yerine “doğruyu anlatma” ve “doğruya davet etme” şeklinde bir yolu tercih etmeliyiz. Daveti kabul edip etmeyeceği kişinin kendisine kalmıştır. Çünkü her birey iradeye sahiptir, dolayısıyla kendi tercihlerini yapmak ister. “Doğruya yönlendirme” ancak, iradesinin tam olarak farkında olmayan çok erken yaşlardaki çocuklarda yapılabilir diye düşünüyorum. Daha sonra neyin doğru olmadığından ve bunların kötü sonuçlarından o çocuklara bahsedilmelidir. Yine de görürüz ki; insan, hayatında yapacağı tercihlerinde her zaman doğru olanı yapamıyor. Çünkü bazı şeylerin yanlışlığı tecrübeyle yani acı sonuçlar yoluyla öğreniliyor. Böylesi tecrübeleri olan ve bu konuda derdi olan ne yapsın peki? Bana göre yapılması gereken, öncelikle; yönlendirme söylemi olmadan doğruyu anlatmak - doğruya davet etmek ve bunu yaptıklarımızla uygulamaya dökmek. Sonrasında muhatap alınan bireylere yanlış yapma tercihinin de olduğunu hissettirmek. Bunu, yanlış yapsa da onun sonuçlarına katlanırken yalnız olmayacağı güvenini vererek sağlamak. Yalnız kaldığı anda doğrunun hep yanında olacağı ve sonuçlarının yükünü kısmen de olsa paylaşacağı güvenini alan birey sanırım kolay kolay doğrudan bir daha ayrılmaz. Güven sağlamak kolay değil biliyorum, fakat imkânsız da değil. Güven duyan birey, doğruyu en güzel şekilde pratiğe dökmek için uğraşacaktır. Sahaftaki kitap örneğini bir de şöyle düşünecek olursak; kalemine ve düşüncelerine güvendiğimiz bir yazarın kütüphanesinden, merak ettiğimiz bir konu ile ilgili, kendi notlarını içeren ve altı çizili satırların bulunduğu bir kitabını sanırım çoğumuz gözü kapalı hediye almak isteyecektir. Yine de unutmayalım ki her ne olursa olsun insanlar doğru anlattıklarınıza inanmakta güçlük çekebilir ve o doğruları uygulamayabilir.
Semih Doğan okurunun profil resmi
Davut Bey, aslında bizim kastımız da sizin bahsettiğiniz gibiydi. Ne Meltem Hanım ne de ben insanları zorla yönlendirme amacı güdecek insanlar değiliz. Aynen sizin dediğiniz gibi davranan insanlarız. Tabii onunla bir süredir birbirimizi tanıdığımız için yazdıklarımızı karşılıklı olarak anladık ama sizin yorumunuza da katılıyorum elbette.
You need to log in to be able to comment.