Yorum

Fëanor isimli okurun asıl gönderisini gör
Yasemin okurunun profil resmi
C'est très joli, santé à ta plume! (Bihruz Bey kadar bile Fransızcam olmadığı için Google çeviriden yardım aldım, umarım Bihruz Bey gibi yanlış bir çeviri yapmamışımdır) :D Felatun Bey'e gülmüştüm ama zaman zaman kızsam da Bihruz Bey'e karşı hissettiğim şey genelde acımaydı. Herkesi küçük gören ama herkes tarafından kandırılan, kendini akıllı zanneden ama saf ve gülünç bir karakter. Berna Moran'ın dediği gibi Felatun ve Bihruz Bey gibiler halka yabancılaşmış züppe tipler olsa da kötü ve ahlaksız değiller. Ahmet Mithat Felatun Bey karakterini okuyucuya zıtlıklar üzerinden yüzeysel bir şekilde anlatmıştı. Mahmut Ekrem ise ruhsal çözümlemeler ve iç monologlar yoluyla anlatmış. Hatta Berna Moran'a göre bu o dönemde henüz Batı'da bile denenmemiş olan bilinç akışı tekniğinin daha basit bir hali. Bu nedenle, karakterler çok derin olmasa da kullandığı tekniğin özgünlüğü açısından önemli bir eser. Felatun Bey sadece bir alafrangaydı, Bihruz Bey ise aynı zamanda bir Don Kişot, senin de değindiğin gibi. Fransızca kitaplarda okuduğu gibi bir romansın içinde yer almak istiyor ve yaşadığı gerçekleri buna göre çarpıtıyor. Çevresindekiler onu kandırarak parasını sömürürken o da kendi kendisini kandırarak kendi duygularını sömürüyor. Aslında tam bir "kaybeden", bu yüzden de ona gülmekten çok acıyoruz. Kitap araba sevdası vurgusuyla başlıyor. Bihruz Bey, Periveş Hanım'dan önce onun içinde bulunduğu arabaya (Londo) aşık oluyor. Kafasında Periveş Hanım ile o arabayı eşleştiriyor. Kitabın sonunda ise aslında o arabanın Periveş Hanım'ın olmadığını, hatta onun "arabasız takımı"ndan olduğunu anlayınca tüm aşkı yerle bir oluyor. Onu kendine getiren olay, öldü sandığı sevgilinin ölmemiş olması değil, o sırada önünden geçen bir Londo oluyor. Böylece kitap yine araba sevdası vurgusuyla bitiyor. Ne dersin, sence Bihruz Bey o andan sonra yine eski alafranga hayatına dönmüş müdür?
Fëanor okurunun profil resmi
Merci, mon cher, merci! Felâtun Bey ile karşılaştırmayı düşündüm Bihruz Bey'i ama sonradan vazgeçtim. Çünkü onlar zıt karakterler bence. Felâtun Bey daha kıt kafalıyken, Bihruz Bey daha akıllı, tabii Felâtun'a nispeten. Felâtun toplumla iç içeyken ve kadınlarla uğraşıp, aristokratlar gibi onu bunu çekiştirirken, Bihruz Bey'in toplumla çok bir alakası yok, bir garsonla bile zar zor konuşuyor. Bihruz Bey'in kişilik yapısı kendi içine dönmeye çok yatkın. Bir domino taşı gibi itilmeyi bekliyor ve bu ''itiş'' de Periveş Hanım oluyor. Aslında Felâtun'a ''kısmen ahlaksız'' denebilir ama Bihruz Bey kesinlikle ''ahlaksız'' diye nitelendirilemez, çünkü içi de, dışı da neredeyse bir; gayet saf, masum ve, dediğin gibi, acınası. Periveş Hanım'dan sonra da Bihruz Bey'in de iç dünyasına yakından bakıyoruz. Berna Moran belirtmemiş ama, bu ruhsal çözümleme (intemal analysis) ve iç konuşma (interior monologue), daha sonra Dostoyevski'nin yapacağı, Shakespeare'in yıllar önce oyunlarında tiradlarla denediği, Gogol'ün halihazırda kısmen yaptığı ve ileride James Joyce'un Ulysses'da daha da ilerletip post-modern akımı oluşturacağı şeydir; ayrıca Freud da bu konuyla yakından ilgilenir. Post-modern romanlarda bu ''ruh çözümleme''sinin kronolojik zamanı yoktur, karışıktır. Oğuz Atay'ın da Tutunamayanlar'da yapacağı budur. Yani Recaizade Mahmut Ekrem, çok kaliteli bir çözümleme yapmıştır zamanına göre. Ben de tebrik ettim onu ve Tanzimat Dönemi'nde böyle bir şeyle karşılaşacağımı beklemiyordum açıkçası. Bihruz Bey için önemli olan insanlar ya da para değil, onun için önemli olan kendi içi ve kendi aşkı. O, başkalarının kendi hakkında ne düşündüğünü ya da ona ne yaptığını umursamıyor. Hatta romanda annesiyle bir yerde tek ağlar ve sonra annesini çok az aklına getirir; duygusal anlar bile onun aklında yer etmez. Ayrıca Mösyö Piyer'in kendi çıkarı için onunla uğraştığını da fark etmez. Ama her şeye rağmen onu yaşatan ve Don Kişot yapan bu ''aşk''tır. Petrarca gibi o da tüm nitelikleri Laura'sına (Periveş Hanım'a) bahşeder. Peki o aşk yıkıldığında ne olmuştur, senin dediğin gibi? Bihruz Bey, kendi iç dünyasındaki devinimlere dayanamayan bir karakter. Bir dalgıç derine inip de köpek balığı görürse ve bir anda kıyıya çıkarsa, yüksek basınçtan alçak basınca bir anda geçtiği için, vurgun yer. Bihruz Bey de iç dünyasına o kadar alışmışken, ''uysal'' olmuşken ve dinini bile kısmen yaşamaya başlarken, bir anda landoyu ve Periveş Hanım'ın ilgisizliğini görünce ''vurgun'' yiyor. Böylece, muhtemelen alafrangalığa devam etmeye yüz bulamıyor, ölüyor, ya da iyileşip bu pişmanlıkla, bu kara lekeyle hayatına devam ediyor. Tıpkı Ali Bey'in geç ''uyanış''ı gibi, Bihruz Bey de geç uyanıyor ve uyandıktan sonra bir katil değil, ''aşkın pişmanlığını ömür boyu yaşayacak'' biri oluyor. Biz de bu ''tutunamayan''a acırız. Kitabın sonunda aklıma Lermontov'un şu dizeleri gelmişti (en sevdiğim şiirlerdendir ve Bihruz Bey'in ruhsal devinimçştıi: ''Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse / İçinin daraldığı bu dakikalar... / İstekler!.. Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne?.. / Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar! / Sevmek... Fakat kimi? Değmez emeğine bir an için, / Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın. / Kendi ruhunda da kalmamış izi geçmişin: / Yitirmiş anlamını sevinçlerin, acıların... / Tutkular mı? Gönlün o tatlı ağrısı da / Mantığın sözü önünde silinip gidecektir; / Ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında / Boş ve aptalca bir şakadan başka nedir...''
Yasemin okurunun profil resmi
Felatun Bey ve Bihruz Bey, ikisi de yanlış Batılılaşmanın ortaya çıkardığı züppe tipleri temsil etmeleri bakımından kıyaslanabilirler bence. Ayrıca, toplumun genel ahlak düzeyine bakarsan Felatun Bey çok masum kalır, zararı toplumdan ziyade kendisine. Bu arada Keşfi Bey'den hiç bahsetmedik. Çok abartılı bir tip gibi gözüküyor ama böyle insanlar gerçekten var. Bana ilkokuldaki bir arkadaşımı hatırlattı. Sürekli yalan söylerdi, ben de saf Bihruz gibi ona inanırdım.:d Son olarak, sf. 243-244'teki bir sayfalık cümleye ne diyorsun? Böyle uzun cümleler de genelde postmodern edebiyatta kullanılıyor diye biliyorum. O açıdan bana ilginç geldi. Cümleyi tam olarak anlayamadım da. :D
Fëanor okurunun profil resmi
Kıyaslanabilirler ama kısmen kıyaslanabilirler. Bir küme olarak ele alırsak Bihruz Bey evrensel kümenin ucunda kalıyor, dışarıya daha yakın (kümenin dışına), Felâtun Bey ise kümenin içinde ve toplumla daha iç içe. Ben Felâtun'un tam bir ''aristokrat'' olduğunu ve topluma zararlı olduğunu düşünüyorum (zararlı ama kısmen zararlı, çok değil), çünkü herkesi herkese karşı dolduruyor, dedikoducu bir tip. Hatırlayalım o alıntıyı: ''Meğer Felâtun Bey evvelce bu harfleri görüp de eski alfabede olmadığını düşündüğü zaman hazır acemi İngilizlere Felâtunluk satmak için muallimin asla Türkçe bilmediğini ve böyle adamlara başvurulursa kızların hiçbir şey öğrenemeyeceklerini söyleyerek henüz kim olduğunu bilmediği muallimi bir güzel küçümseyip alaya almış.'' (s. 29) Benim de tanıdığım bir insan vardı Keşfi Bey gibi. Ha bire yalan söylerdi. Merak etmiştim ve ''Neden hep yalan söylüyor acaba?'' diye sormuştum kendime. Sonradan, onunla biraz daha samimi olduktan sonra, anladım olayı. Bir gün bana çocukluğu hakkında bir şey anlatmıştı, demişti ki (tabii hatırladığım kadarıyla): ''Ben küçükken ailem evden çıkınca kardeşlerimi bana bırakırlardı (aileleri işe gidiyordu), ben de kardeşlerime bakmak istemezdim. Böylece onlarla biraz uğraştıktan sonra kendi işlerimle uğraşırdım Onlar kapıyı çalınca ya da vakit geç olup da gelecekleri vakit yaklaşınca, onlarla daha fazla uğraşıp, yemek falan hazırlardım, böylece her zaman aileme 'onlarla uğraştım' diye yalan söylerdim,'' demişti bana ve gülmüştü. İçindekileri yapamadığı için, yaptırmadıkları için, kendi ütopyasını kurup, yalan söylermiş meğer; kendini yalana göre konumlandırdığı için, bu onun kişilik özelliği olmuş. Tabii bu durumun ha bire yalan söylemesiyle alakalı olduğunu çok sonradan anladım. Keşfi Bey de böyle biridir mutlaka. İçindekileri hiç yapamadığı ve 'ütopyalarda'' yaşamayı sevdiği için böyle biri olmuştur. Böyleleri toplum içinde çok var. Sana da denk gelmiş zaten. :) Pek ''postmodern'' diyemeyiz o cümle için çünkü gereğinden fazla virgül ve sıralama vardı. Gezi yerindeki kadınları, erkekleri ve etraftaki ''eğlenceleri'' betimlemişti o cümlede Recaizade Mahmut Ekrem ve abartmıştı olayı. Çünkü bu ''bilinç akışı'' tekniği, adından da anlaşılacağı gibi, etrafı betimlemede değil, insanların zihninden geçenlerin ne kadar düzensiz olduğunu okuyucuya gösterme amaçlı yapılır. Tutunamayanlar'dan örnek verecek olursam: ''baba ben artık bu evde yaşamak istemiyorum yıllardır ruhumuzu öldürdün bu evde hayatında bir roman okumadın bir sinemaya gidip heyecanlanmadın beni ve annemi bu çirkin eşyanın içine hapsettin yemekten ve uyumaktan başka bir şey düşünmedin'' (s. 498) Bazı bilinç akışı tekniklerinde noktalama işareti olmaz, bazılarında da olur. Yani Recaizade Mahmut Ekrem o cümleyle okuyucuyu yormuştur, gereğinden fazla virgülle ve nokta koymamasıyla. Cümle noktalamalarla daha kolay okunur hale getirilebilir.
Yasemin okurunun profil resmi
Böyle yalan söylemeden duramayan insanların bir çocukluk travması vardır muhakkak ki Recaizade, Keşfi Bey'in durumunu da ebeveynlerinin kendisine sürekli yalan söylemesiyle açıklıyor. Uzun cümleye dair yaptığın açıklama için teşekkürler, ben postmodern edebiyat konusunda biraz cahilim. ;)
Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.