Hece hece sayıklamalar... Can çekişmeler... Gönül deşmeler... Sesler içinde bir garip rüyalar. Kaç usanmanın sığınağı bilinmez bu
delişmen bunalımlar, acı acı yutkunmalar...
En güzel çağlarında her gün terfi eden, karanlıklar içinde yürek ısıran yalnızlıklar...
Yalnızlık dedin mi, öyle insansızlık türünden yalnızlıklar değil...
Benim yalnızlıklarım, ‘insanlıksız’ yalnızlıklar...
Ya sevmelerim?
Aşk sevmek midir? Nedir aşk? İnsan sadece kendi tarafından kendini bilir. Sadece kendimi tanımlayabiliyorum.
Benim sevdam hayâlde, benim sevdam düşte, şarkıda, şiirde... Tutup bir sözcüğe bin anlam yüklemede... Olmayanı çağırmada... Gitmeyene gelmede... Bilinmeyeni sevmede...
Bu yüzden; aşklarım kimliksiz, sevmelerim hudutsuz... Yürekte
başka başka, satırlarda da en az kendisi olan duygularım; kararsız,
uyumsuz.
Kış bahçelerim benim, gündüz düşlerim, geceleri kirpiklerime düşen hüzünlerim.. Sevgiye bilenip, birbirini nefretle zehirleyenlerin
arasında kayboluşlarım. Sunağından taşan iyi niyetlerim. Çaresizliğin en derinlerinde anlam arayışlarım, dibe vuruşlarım, hayallerimin boğazında düğümlenişlerim.
“Harfler yetmedi anlaşılmama, bari hâlden anla.” demiş Mevlana.
Dokunuyorum tenhalara, dokunuyorum acılara, anımsadıkça unutulanlara, her yeri dolduran boşluklara. Camdaki buğuya, aynadaki suskuna, her gönlü çalındığında ağlamaklı olana..
Böylelikle çektiklerimi temize çekiyorum.
Ya erken geldim ya da geciktim, bilmiyorum. Ya her şeyin ötesindeyim ya da gerisinde..
Yine de uzaktan ümit ediyorum. Köklerimden uzanıp, canıma su
gibi arıyorum inanmayı.
Verdikleri hiçbir şey gerçek değil kanmıyorum.
Sevmek içimde titrek ışık, ha parladı parlayacak, ha söndü sönecek.. İnsanı çözemiyorum.
Yangına koşar adım umutlarım, eteğinden tutuşanı kurtaramıyorum.
Emek vermeden kimseden sevgi bekleme. Denizin dibinde mercan
var al, işle.
Aklımın dibinde hep ayrılık var, kimse bende değil, ben kimsede...