Yorum

Ebû Saqî isimli okurun asıl gönderisini gör
ᛍ ᴀ ᴋ ꜱ ᴀ̂   к υ s͙ υ ᛍ okurunun profil resmi
06.06.2024 | 21:30 | İHLÂS Esselâmu aleyküm ve rahmetu’llâhi ve berekâtûhû.. Bu haftanın konusu ihlâs idi. Aşağıda hem sohbetimizden aldığım notlar hemde kendi almış olduğum notlar karışık hâlde yazılmıştır. Rabbim istifadeli kılsın 🤲🏽 İhlâs kelimesi, sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânâsındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelir. Allah’ın dışındakilerden teberrî/uzaklaşma, ayrılık ve kurtuluş anlamı da vardır. İhlâs kelimesi, terim olarak “ibâdet ve iyilikleri riyâdan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. Kur’ân-ı Kerim’in 112. sûresine İhlâs adı verilmesinin sebebi, bu sûrenin hâlis tevhidi ifade etmesi ve tevhid/ihlâs ehlinin halâsından/kurtuluşundan dolayıdır. İman ve amel dürüstlüğü olarak tanımlanabilecek ihlâsın nihâî anlamı Allah dışındaki herşeyden uzaklaşmaktır (Râgıb, Müfredât, s. 155). İhlâs, bir şeyi saf, temiz ve arıtılmış hale getirmek, kalbi temizlemek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyâsız, samimi sevgi ve bağlılık demektir. İslâmî literatürde ihlâs, daha geniş olarak şirk ve riyâdan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânâda gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faâliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi ifade eder. ⋆ ⋆ ⋆ Allah Resûlu aleyhi salâtû vesselâm efendimiz ; "(...) şeytan, her birinizin içinde, vücudunuzda kanın dolaştığı gibi, (kendisini hissettirmeden) dolaşır." buyurmuştur. ⋆ ⋆ ⋆ Bir ibadet ya Allah için yapılır ya nefs için. Allah’ın rızasından gayrı kim için ne için yapılırsa o gizli şirk olur. ⋆ ⋆ ⋆ İhlâs ; Allah ile kul arasında bir sır’dır. ⋆ ⋆ ⋆ Yaptığımız her işin temelinde Allâh'ın rızası varsa bu ihlâstır. ⋆ ⋆ ⋆ İhlâs'ın özü kalptir. ⋆ ⋆ ⋆ Cebrail aleyhisselâm sahabe içerisinde hiç kimsenin tanımadığı beyaz elbiseli, saçları siyah, üzerinde yolculuk eseri olmayan bir insan suretinde gelmiştir. Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş, ellerini dizlerine koymuş ve sorularını şöyle sıralamıştır. "İslam nedir ?" sorusu üzerine Peygamberimiz ''İslâm Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz.Muhammed'in onun peygamberi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, haccetmektir.'' buyurdu. Gelen şahıs (Hz.Cebrail) ''Doğru söyledin'' dedi. Hadisi rivayet eden Hz.Ömer; ''Biz şaşırdık. Hem soru soruyor hemde cevabı tasdik ediyordu'' " İmân nedir?" sorusunada Peygamberimiz ''İmân Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe (cennet, cehennem, hesap, mizan vs.) ve kadere inanmaktır.'' buyurdu. Hz.Cebrail yine ''Doğru söyledin'' dedi ve "İhsân nedir?" diye sordu. Peygamberimiz ''İhsân , Allah'ı görüyormuş gibi ona kullukta bulunmaktır. Her ne kadar sen onu göremesende o seni görmektedir.'' buyurdu. Daha sonra kıyametin zamanı, ve kıyametin alametleriyle ilgili sorularada Peygamber Efendimiz cevap vermiştir. Sorularını soran (Hz.Cebrail) ordan uzaklaşınca Peygamberimiz sahabeye '' Bunu tanıdınız mı? '' diye sorar. Sahabe ''Allah ve Resulü daha iyi bilir'' dediler. Peygamberimiz ''Bu Cebrail idi. Dininizi öğretmek için geldi'' buyurdular. Bu hadis-i şerifde iman, islam ve ihsan açıklanmıştır. ⋆ ⋆ ⋆ Onların karınlarından, fers (yarı sindirilmiş gıdadır) ile kan arasından (çıkardığımız) halis, içenlere (içimi) kolay süt içiriyoruz.(Nahl/66) Sütün hâlisliği, ancak içerisinde kan ve pislik karışmamış ve bir de süte karışması mümkün olan her şeyden arınmış olmasıdır. İhlâs'ın zıddı İşrak (karıştırma)tır. Bu bakımdan muhlis olmayan kimse müşriktir. Ancak şirk birkaç derecedir. Tevhid hususundaki ihlâs'a, ulûhiyetteki ortak koşma (şirk) zıd düşer.Şirkin bir kısmı gizli, bir kısmı da açıktır. İhlâs da böyledir. İhlâs ile zıddı olan şirk kalbe inerler. Bu bakımdan bunların merkezi kalptir. Bu da ancak kasd ve niyetlerdedir. Biz niyet'in hakîkatini anlatmış ve onun teşvik edicilere uyma demek olduğunu söylemiştik. Bu bakımdan kişiyi, durulmaya teşvik eden çıkan fiile ihlâs denir. ⋆ ⋆ ⋆ Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurmuştur: Ben ortaklık bakımından,ortakların en zenginiyim! (Ortaklık kabul etmem). Nefis dünyanın nasiblerinden herhangi birine meyledip rahata kavuşur, kalp ona ister az, ister çok olsun meylederse amel bulanır; ihlâsı gider. İnsan dünyadaki nasiplerine ve şehvetlerine çok düşkündür. Fiillerinin ve ibadetlerinin çok azı dünyada acelece verilen istek ve paylardan kurtulabilir. Bunun içindir ki 'Hayatında bir lâhza da olsa Allah'ın rızasını ihlâsla isteyebilen kişi kurtulmuştur' denilir. ⋆ ⋆ ⋆ İhlas Hakkında Şeyhlerin Sözleri ✓ Sehl et-Tüsterî şöyle demiştir: 'İhlâs, kulun sükûn ve hareketlerinin yalnızca Allah için olmasıdır. ✓ Ebu Osman şöyle demiştir: 'İhlâs daima yaradan(ın fazlın)a bakmaktan dolayı, halkın bakışını unutmaktır' ✓Cüneyd el-Bağdadî şöyle demiştir: 'İhlâs, ameli her türlü bulanıklıktan arındırmaktır'. ✓ Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Ameli insanlar için terketmek riya; onlar için yapmaksa şirktir. İhlâs ise, Allah'ın, kulu bu iki felâketten korumasıdır'. 'İhlâs, murâkabenin devamından ve dolayısıyla bütün hazları unutmaktan ibarettir!' denilmiştir. ⋆ ⋆ ⋆ Hz. Peygamber, kendisine ihlâs'ı soran kimseye şöyle cevap vermiştir: 'Rabbim Allah'tır' demen ve sonra da emrolunduğun gibi dosdoğru olmandır. Hz. Peygamber şunu kastetmiştir: Nefsinin hevâsına da nefsine de ibadet etme! Ancak rabbine ibadet et ve ibadetinde dosdoğru ol. Emrolunduğun gibi hareket et! Hz. Peygamber'in bu sözü, Allah'tan başka herşeyi kesip atmaya işarettir ki bu da hakîki ihlâstır. ⋆ ⋆ ⋆ İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn 'den ⤸ İhlas'ı Bulandıran Afetler ve Bunların Dereceleri İhlâs'ı karıştıran âfetlerin bir kısmı açık, bir kısmı ise gizlidir. Ancak bazıları, açık olmasına rağmen zayıf, bazıları da gizli olmasına rağmen kuvvetlidir. Gizlilik ve açıklıktaki derecelerin değişikliği ancak bir misal ile anlaşılır. İhlâs'ı karıştıran şeylerin en belirgini riyadır. Bu bakımdan riya ile ilgili bir misal verelim: I. Derece Namaz kılan kimse ibadetinde ne kadar muhlis olursa olsun, şeytan onun kalbine âfetini sokar. O namaz kılarken bir cemaat kendisine baktığında veya içeri herhangi bir kimse girdiğinde şeytan ona 'Namazını güzel kıl da burada bulunanlar sana vekar ve sülûk gözüyle baksınlar. Seni hafife alarak gıybetini yapmasınlar' der. Böylece azaları huşûa kavuşup, hareketten kesilir ve kıldığı namazı elinden geldiği kadar güzelleştirmeye bakar. Bu durum müridlerle mübtediler için gizli değildir. II. Derece İkinci derece, müridin bu âfeti anlayıp ondan sakınmasıdır. Bu bakımdan bu hususta şeytana itaat ve iltifat etmez. Namazına eskisi gibi devam eder. Bu sefer şeytan hayır kisvesine bürünerek ona şöyle der: 'Sen öndersin! Herkesin gözü üzerindedir. Senin yaptığın örnek olur; halk sana uyar. Dolayısıyla eğer güzel yaparsan, onların amellerinin sevabı kadar sevap da sana yazılır. Eğer kötü yaparsan günah defterine geçer. Öyleyse bunların yanında amelini güzelleştir. Belki de huşû ve ibadetin güzelliği hususunda sana uyarlar'. Şeytanın bu desisesi birincisinden daha engindir. Bazen birincisiyle kanmayan bununla kanar. Bu da riyanın ta kendisi olup ihlâsı iptal eder; zira bu kişi huşu ve ibadetin güzelliğini hayır olarak görüyorsa; bu hayri, niçin başkası için (cemaat içerisinde) terketmeye razı olmuyor da tek başına olduğu zaman terkediyor? Bu kişinin yanında başkasının nefsinin, kendi öz nefsinden daha aziz olması mümkün değildir. Bundan dolayı da bu katıksız bir kandırmadır. Ancak ona uyan kimse nefsinde müstakim olmuş, kalbi nûrlanmış bir kimsedir; nûru başkasına aksetmiş olup bundan dolayı sevap vardır. Önderlik taslayan kimsenin hareketi ise katıksız nifak ve gururdur. Kendisine uyan sevap sahibi olduğu halde kendisi bu kanışından dolayı sorumludur ve esası olmayan bir vasıf ortaya koyduğundan dolayı ceza görecektir. III. Derece Üçüncü derece, bir önceki dereceden daha ince olup kulun bu hususta nefsini denemesi ve şeytanın hilesine karşı uyanık olmasıdır. Tek başına bulunduğu sıradaki durumu ile cemaat içerisindeki durumu arasındaki değişikliğin riyanın su katılmamış cinsinden, ihlâsın ise tek başına kıldığı namazının cemaat içerisindeki namazıyla aynı olması demek olduğunu bilmesidir. Böylece âdeti olmadığı halde halkın görmesi için huşûa bürünme hususunda hem kendi nefsinden, hem de rabbinden utanır Bubakımdan böyle bir kimse tek başına kılarken, namazını, nefsine yönelip cemaat içerisinde kılıyormuş gibi güzelce edâ eder. Cemaat içerisinde de tıpkı bu şekilde namaz kılar. İşte bu derece de engin riyadandır; zira tek başına kılarken namazını güzelce eda etmesi, cemaat içerisinde güzel namaz kılmayı âdet edinmek içidir. Bu durumda, ikisi arasında hiçbir fark yapmamış olur. O halde, tek başına olduğunda da, cemaat içerisinde de bu kimsenin iltifatı insanlaradır. İhlâslı olması ise, namazını hayvanların görmesi ile insanların görmesi arasında fark görmemesidir. Bu kimsenin nefsi, halk arasında âdâbına riayet etmeksizin namaz kılmaya razı değildir. Diğer taraftan bunu riyakâr bir şekilde yapma hususunda da nefsinden utanmaktadır ve bu sıfatın, tek başına kıldığı namaz ile cemaat arasındaki namazının aynı olmasıyla ortadan kalkacağını zanneder. Oysa durum böyle değildir; çünkü bu riya sıfatının kalkması, ancak, tenhada ve cemaat içinde cansızlara iltifat etmediği gibi, insanlara da iltifat etmeyişine bağlıdır. Oysa yukarıda bahsi geçen zorlama ise, tenhada da cemaat içerisinde de himmeti halk ile meşgul olan kimseden çıkmıştır. Bu da şeytanın gizli hilelerindendir. IV. Derece Dördüncü derece ki daha ince ve daha gizlidir namazda olduğu sırada insanların kendisine bakmasıdır. Bu durumda şeytan 'Halk için huşûa bürün' diyemez; zira kişi bunun hile olduğunu bilmektedir. Bu bakımdan şeytan ona 'Allah'ın azamet ve celâlini düşün! Düşün ki sen kimsin ve kimin huzurunda bulunuyorsun? Kalbin kendisinden gafil olduğu halde Allah'ın ona bakmasından utan!' der. Şeytanın bu sözleri ile kalbi huzura erer, azaları huşûa bürünür ve kişi bunun, ihlâsın ta kendisi olduğunu zanneder. Oysa bu, hile ve aldanışın ta kendisidir; zira kişinin huşûa bürünmesi, Allah'ın celâline bakmasından ileri gelseydi, bu durum yalnızca cemaat içerisinde kıldığı namazlar için geçerli olmayıp tek başına kıldığı namazlar için de geçerli olurdu. Bu âfetten emin olmanın alâmeti, kişinin, tek başına olduğunda bu düşünceye sahip ol-masıdır. Cemaat içerisinde olduğu gibi tek başına bulunduğunda da namazlarını bu şekilde eda etmeye alışmıştır. Bu düşüncenin oluşmasında başka şeyler rol oynamaz; tıpkı hayvanın hazır bulunmasının bu düşüncenin oluşmasından etkili olmadığı gibi... Bu şekilde hallerinde insan ile hayvanın görmesi arasında fark bu-lunmayan kişi İhlâsın duruluğundan hariç sayılır. Bu kişinin içi riyanın gizli şirkiyle kirlidir. Bu şirk âdemoğlunun kalbinde kapkara bir karıncanın kapkara bir gecede kapkara bir taş üzerinde bıraktığı izden daha gizlidir. Nitekim bu hususta haber vârid olmuştur.** Şeytandan, ancak ince düşünceli, Allah'ın koruması, tevfik ve hidayetiyle saadete eren kimseler kurtulur. Aksi takdirde şeytan, Allah'ın ibadetine yönelenlerin yakasını bırakmaz. Bir an bile yoktur ki onları, hareketlerinin her birinde riyaya zorlamasın. Hatta gözlerine çektikleri sürmede, bıyıklarının kırpılmasında, cuma günü sürülen kokuda, giyilen elbisede bile yakalarını bırakmaz; zira bunlar muayyen vakitlerde yapılan belirli sünnetlerdir. Nefsin bu sünnetlerde de gizli bir payı vardır; çünkü halkın bakışı bunlara bağlıdır. Tabiat bunlara ünsiyet verir. Bu bakımdan şeytan kişiyi bunu yapmaya teşvik ederek 'Bunlar terkedilmesi uygun olmayan sünnetlerdir!' der. Kalbin bu sünnetlere karşı gizlice kabarması, o gizli şehvetten ötürüdür veya öyle bir şekilde karışıktır ki bıından dolayı ihlâs hududunu aşar. Kişi bu âfetlerden bütün gün sağlam kalmadıkça hâlis değildir. Bilakis mâmur, nazif, imareti güzel bir camide itikâfa giren kimsenin tabiatı bu camiye alışır. Bu bakımdan şeytan onu burada itikâfa girmeye teşvik eder; ona itikâfın faziletlerini sayar. Bazen de gizli muharriğin onu camiin güzel suretine alıştırmasıdır. Tabiatının onunla ferahlık hissetmesidir. Bu da iki camiden birinin veya iki yerden birine, diğerinden daha güzel olduğu için meyletmesiyle anlaşılır. Bütün bunlar tabiatın karışıklıklarıyla ve nefsin bulanıklıklarıyla karışmaktır ve İhlâsın hakîkatini iptal edici şeylerdir. Hayatıma yemin ederim ki hâlis altına karışan nikelin de değişik dereceleri vardır. Bir kısmı altına galebe eder. Bir kısmıysa altından daha azdır; fakat kolayca farkedilir. Bir kısmı da vardır ki ancak basiret sahibi sarraflar tarafından anlaşılabilecek şekilde incedir. Kalbin hilesi, şeytanın desisesi, nefsin habaseti ise bundan daha engin ve daha incedir. 'Âlimin iki rek'at namazı, bir cahilin bir senelik ibadetinden daha üstündür!' denilmiştir. Burada amellerin âfetlerinin inceliklerini basiretiyle sezen âlim kastedilmektedir ki bu sayede kurtulabilsin; zira cahil ibadetlerin zâhirine bakıp onunla aldanır. Tıpkı köylünün karışık altının kırmızılık ve yuvarlaklığına bakıp da aldanması gibi... Oysa o altın karışıktır. Tam ayarlı altının bir kırat'ı ki basiret sahibi sarraf onu tercih eder ahmak cahilin tercih ettiği tam bir altından daha hayırlıdır. İşte ibadetlerle ilgili şeyler de böyle değişir. Hatta daha şiddetli, daha korkunçtur. Çeşitli amellere karışan âfetlerin giriş yerlerinin kontrol altına alınması ve sayılması mümkün değildir. Bu bakımdan misal olarak söylediklerimizle yetinilmelidir. Zeki kimse, azdan çoğu anlayabilir. Ahmak kimseye ise ne kadar anlatılsa fayda vermez. Bu bakımdan tafsilatın hiçbir faydası yoktur. ** Hz. Ebubekir'in, Hz. Âişe'nin, İbn Abbas'ın ve Ebu Hüreyre'nin hadîslerinden rivayet edilmiştir. (Kitab'ul-İlim'de geçer) ⋆ ⋆ ⋆ Risalei Nur külliyatı - Lemâlar ✓ BİRİNCİ DÜSTURUNUZ Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir. ✓ İKİNCİ DÜSTURUNUZ Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediye yi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz. Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor. Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. ✓ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz. Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur. Çünkü, yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyen şüphem kalmadı. Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız. Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz, "وَيُؤْثِرُونَ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ" : “Başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.” Haşir Sûresi, 59:9 sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir. ✓ DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz. Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir. Ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet, ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur’ân-ı Hakîmin · اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ ‘‘Her nefis ölümü tadıcıdır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:185 · كُلُّ نَفْسٍ ذَاۤئِقَةُ الْمَوْتِ ‘‘Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” Zümer Sûresi, 39:30 gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. ⋆ ⋆ ⋆
Westiyam okurunun profil resmi
Gel kız vallahii çok pis öpecem 🤭💜sen muhteşemsin yaa ne kadar güzel yazmışsın sonlarda yetiştim ben ama herşey geçmişti Allah razı olsun çok güzel sayende bende feyizlendim 💜🌹🤗
Allahın funny bi kulu okurunun profil resmi
Ve aleyküm selam efendim. Allah elinizden emeğinizden razı olsun, âmin ecmain efendim. 🌺
You need to log in to be able to comment.