Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yorum

Hasan Suphi isimli okurun asıl gönderisini gör
Varsayılan Okur Resmi
Yorum görüntülenemiyor.
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Teşekkürler, çok güzel kapılar açtı bu yorum, birbirimizi daha iyi anlamamızı kolaylaştıracak. Lakin ben ancak yarın akşam cevap yazabilirim, o zamana kadar hem yazdıklarınızı iyice sindireyim hem de sorumluluklarımı yerine getireyim. Şimdilik, iyi geceler.
Bu yorum görüntülenemiyor
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Sokrates, Phaidros diyaloğunda Lysis’in metninden, onun başkanvari konuşmasından öyle çok etkilenir ki, kendisini durduramaz ve lirik bir dil ile kendisinden geçer. Aşk üzerine yaptığı bu konuşma en az Lysis’in nutku kadar sarsıcıdır. Lakin o bize lazım olanın logos olduğundan dem vurarak şevk halinde söylediği sözleri bir kenara bırakıp, düzgünce akıl yürütmeye başlar. Sonunda da biraz önce vardığı hemen hemen bütün önermelerin tam tersi bir noktaya ulaşır. Dolayısıyla nihai tutumunun başkana ne kadar benzediğinin takdirini size bırakıyorum, benim de hevesle okumak istediğim kitaplardan birisi olsa da henüz okumadım. İlk kabul noktası, felsefenin çokça tartıştığı metafizik problemi. En azından Kant’tan beri biliyoruz ki, hepimiz kulelerimizi uçurumun üzerine kurarız. Peki, rasyonel ya da irrasyonel; seküler ya da uhrevi metafizikleri birbirinden ayıran, birini diğerinden daha başarılı kılan nedir? Cevap muhtemelen tutarlılık ve sürdürülebilirlik. Örneğin büyük matematikçi Euklides’i ele alalım. 5 temel postulat üzerinden öyle bir sistem kuruyor ki, hem binlerce aksiyom sonra hala tutarlılık gösteriyor hem de minik eklemelerle sistem kendisini sürdürebiliyor. Ya da Spinoza’nın bundan feyz alarak kurduğu Etika. Kötü metafiziğe uygun örnek olarak –pek hâkim olmasam da- aklıma Hegel geliyor, nihayetinde devlet kavramını tinin en yüksek derecesi olarak kutsamaya varan kısır bir metafizik. Ben Sokrates’in büyüklüğünü burada görüyorum. Tilmizinin tilmizi olan Aristoteles’te oturaklı haline ulaşan “Mantık”, denilebilir ki, bugün Sokrates’i eleştirmemize dahi olanak sağlayan sistemdir. Onlarca ilksel referans sistemi içerisinden Sokrates’in başlattığı başarıya ulaşmış; Euklides ve Spinoza’dan Wittgenstein’a kadar birçok filozof bu dizge ile dünyamızı aydınlatmıştır. Tam da gerçeğin bulanıklaştığı, her şeyin birbirine girdiği, bilginin bilinemeyeceğinin dillendiği bir dönemde, kabul etmek gerekir ki Sokrates’in referans sistemi kendi büyüklüğünü kanıtlamıştır. Kandırılıp kandırılmadığımızın neticesi de dönüp pratiğe bakmaktır. İrrasyonalizmi savunmak için gayet rasyonel önermeler kurmaya çabalayan, göreliliği mutlak bir katılıkla savunan, hiçbir şeyin bilinemeyeceğini gayet iyi “bilen” hiç kimse Sokrates’in ironik gülüşünden kurtulamayacaktır. Hakikati ise bana göre çok uzakta aramamak gerekir. Doktorun verdiği ilacı kullanan, Satürn’ün bir sonraki en yakın konumunu hesaplayan, DNA benzerliği üzerinden genetik analiz yapandan tutun da sabah kahve yapmak için kavanozun kapağını açan herkes aslında binlerce ölçütün kendisinin dışında olduğunun farkındadır. Ondan bağımsız işleyen bir mekanizmanın parçası olduğunun bilincindedir. Bu anlamda Sokrates özgür olduğunu düşünmez muhtemelen, o sadece parçası olduğu logosu tanımakta ve tanıdığı için de ona uygun davranmaktadır. Bunun dışındaki şey, şiirdir. Şiir binlercedir, özneldir ve anlıktır. Onun da başka bir gerçekliğe dokunduğunu inkâr etmiyorum ama tercihimi yanlışlanabilir evrenseli arayandan yana kullanıyorum. Son olarak da idealizm meselesi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Sokrates’in bu tutumu bana hep Kant’ı hatırlatıyor. Saf Aklın Eleştirisi’nde kapıdan kovduğu Tanrı’yı Pratik Aklın Eleştirisi’nde bacadan davet eden Kant’ı. Yukarıda bahsettiğim gibi kulelerimizi uçuruma kuruyoruz. Söz konusu ahlak olduğunda ise her şeyi “değer” üzerine kuruyoruz ancak burada ikna işi diğerine göre daha da zorlaşıyor. Çünkü sık sık doğaya ters kararlar verdirten bu değerler silsilesini bir zincir gibi taşımanın izah edilebilir bir yanı yok. O yüzden ister istemez Tanrı’dan, cezadan medet umuyoruz. Lakin Sokrates’in bunca yüceltildiği ölüme gidişte belki de bizim anladığımız anlamda bir idealizm yok. Muhtemelen Kant benzer bir durumda, “tutarlı olmak için ölmeliyim” diyecekken Sokrates; yaşını başını aldığını, buradan kaçarsa zaten yaşamının istediği gibi gitmeyeceğini, ona istediği hayatı vermeyecek bir kaçışın gereksindiği cevabı verdirtecek bir ölümden daha kötü olduğunu anlatmaktadır. Bu bizim düşünce biçimimize çok uzak olduğundan belki de, böylesi bir davranış bize yüce görünmektedir. Sürekli Sokrates’i savunur bir pozisyonda durduğumun farkındayım ancak ben de burayı deşmek istiyorum en azından “varsayımsal sempati” ile ona şans vermek istiyorum.
Bu yorum görüntülenemiyor
Hasan Suphi okurunun profil resmi
Çok ince bir noktaya temas etmişsiniz: "farkın içsel bir doğadan doğuyor oluşu yahut dışsal bir doğanın belirlediğine göre farkın seni tanımlayışı" Ben birincisini tanımlamak için Nietzsche, ikincisi için Kant'ı kullanırdım. Ancak Sokrates'i hangisine yerleştireceğimden pek emin olamıyorum. İşin ilginci bu konuda çok ciddi bir görüş ayrılığı var. Cicero "İlkin Sokrates felsefeyi gökten yere indirdi" der, Nietzsche ilk dönemlerinde Sokrates'i tam da bu minvalde ele alır ancak son dönemlerinde bildiğiniz üzere ciddi bir Sokrates nefreti başlıyor, insana tabi olacağı idealler dayattığı için. Bir kolaycılığa kaçarak "Sokrates kendi içsel doğasının dayatması ile kendisine dışsal buyruklar koyar" diyerek bir senteze varabilirdim ama onu yapmayacağım, yeterince tanımıyorum :) Bu arada bir sonraki eserimiz olan
Euthyphron
Euthyphron
üzerine incelemeyi siz yazacaksınız. Kolaylıklar dileyip, tekrar sıkıcı dünyama döneyim. Görüşmek üzere :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu okura yanıt veremezsiniz.