Yorum

Oğuz Aktürk isimli okurun asıl gönderisini gör
Gökhan okurunun profil resmi
Tasavvuf geleneğinde eski Türk dervişleri ekolü var. Genelde hepsinin piri Ahmet Yesevi'dir. Bozkırdan gelmiş olmanın da verdiği etki ile doğaya ve insana verilen muazzam bir değer söz konusudur. Bu insanlar çiftçilik yapmış ve dahi buğday ekmeyen derviş olamaz nevinden kelamlar da etmişlerdir. Tasavvufa girmenin ön koşulu olarak çalışmak ve üretmek görülmüştür. Bakınız Ahmet Yesevi'ye göre; bir hoca talebesinin hediye ettiği bir lokmayı yese, o yemek bünyeden çıkmadıkça hiç bir ibadet kabul olmaz demektedir. Ayrıca sohbetlerini kadın-erkek karışık yapmıştır. Daha sonra bir şeyler oluyor ve arap tasavvuf ekolü Osmanlıyla beraber Anadoluya hakim kılınıyor. Nedir bu ekol; zerdüştlük ve budizm'den muazzam bir etkilenme söz konusudur. Şeyh asla çalışmaz, dünya işlerine kafa yormaz, talebelerin dünyevi meşgaleleri yoktur. Bugün Türkiye de tasavvufçularda görülen ne kadar yanlış uygulama varsa -rabıta gibi- hep bu ekolden türemiştir. Bunların içinde İran menşei olanlar da vardır; Mevleviler gibi. Onlar da üç aşağı beş yukarı böyledir. Anadoluya ilk gelen Türkmenlerin nerdeyse tamamı tarikat erbabıdır ama bu günkü tarikatlar gibi değillerdir. Sizin de değindiğiniz gibi; Ahi Evran mesela; kışın, kış uykusuna yatan yılanların zehrini sağıp, panzehir yapan birisidir. Letaif dahil olmak üzre pek çok eser ve zanaatiyle alakalı risaleler yazmıştır. Aktif ve bilimsel kafa yapısına sahip birisidir. Sadece Ahi Evran da değil: O dönemler "bab" denilen şeyhler hep bir zanaat de ustadır. Ahmet Yesevi'de kaşık ustasıdır. Bu sebeple Anadolu sufiliğinin son 200 yılı dikkatle incelenmelidir diye düşünüyorum. İnceleme için teşekkürler :)
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Değerli bilgi aktarımlarınız için çok teşekkürler hocam, bu sitede bu konuda bilinçli olan sayılı insanlardan bir tanesisiniz. :)
Gökhan okurunun profil resmi
Teşekkürler hocam :)
Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.