Yorum

K. isimli okurun asıl gönderisini gör
Homeless okurunun profil resmi
Hepimiz her şeyde aşağı yukarıyız der Camus. Burada anlatılan kişilerin aşağı yukarılıkları da kişiden kişiye değişiklik gösteriyor. Sebep sonuç ilişkisi arasındaki sıkı bağ belki de bu kadar keskin bir yoruma itmiş belli yerlerde sizi. Philippe'in merkezinde olduğu bu insanların sevgi - değer arasında nasıl sıkıştığını, bunaltılar, buhranlar geçirdiğini okuduk. Olaya basit ve klasik yaklaşırsak sevenin değer görmediğini dilimizin ucunda ısıtır ısıtır söyleriz. Açıkçası okurken benden de böyle veryansınlar yükselmedi değil. Fransa'nın düzenine resmen "diss" atmışsınız. :) Öncelikle katolik bir ülkedir Fransa, hıristiyanlar içerisinde en tutkun dindarlar katoliklerdir diyebilirim. Nasıl kendi ülkemizde dini inanışlarına sahip çıkarak yaşayanlar varsa sözde dindarlar da mevcut. Gerçi karakterlerin dini görüşü pek yer almıyor diye hatırlıyorum. Daha çok ahlaki değerler üzerinden psikolojik bir yaklaşım sergiliyor yazar. Diyeceğim o ki; tüm Fransa'ya yüklenmek yerine Philippe'in ailesi (daha doğrusu teyzesi / halası) olan kişi etrafında toplanan aydın / sosyete topluluğunun yozlaşmışlıktan söz etmek gerekir diye düşünüyorum. Evlilikten dem vurmuşsunuz o konuda da şunu söyleyebilirim: Evlilik, Fransızlar için de bağlayıcı bir kurum. Örneğin Solange'ın evliliği. Kimin eli kimin cebinde olmayan bir evlilik gibi gözükse de tüm çıkarların dayanağı evliliktir. Philippe'in Odile'i arayarak neredesin diye sorma hakkıdır. Veyahut ailesinden kopararak kendi evinde beraber yaşama hakkıdır. Her ne kadar rahat bir yaşam tarzına sahip olsalar da günün sonunda evli evine gidiyor. Karşıdakine duyduğu sevginin en uç iddiası da evliliktir. Seninle bir ömür yaşayabilirim, yaşamak istiyorum demek. Bu sebeple evlenmiş olabilirler :) Kitapta geçen bir alıntı çok hoşuma gitmişti: ''yaşamı daraltan onu herkesle paylaşmaktır.'' Hangi karakterden çıktı bu söz hatırlamamakla beraber nasıl bir haklılık içeriyor değil mi? Burada Philippe'in Odile'e yaptığı, Isabelle'in de Philippe'e yaptığı bu aslında. Hayatın her alanında onun olmak, tüm insanları silip her şey, herkes olmayı istemek. İlginin müthiş ısrarcılığı. Sonunda sevilen kişi kendini boğucu bir meydan muhaberesindeymiş gibi hisseder. La Casa De Papel'de şöyle bir diyalog geçmişti: İhanet aşkın özünde var. Eğer böyleyse aşka da aşk olsun! :) İncelemeniz çok büyük bir emek içeriyor. Cidden çok beğendim. Tez yazmışsınız resmen, zaten bu kitaba da böyle bir inceleme yakışırdı. Uzun zamandır okuduğum en güzel incelemeydi. Ellerinize, emeğinize sağlık. :)
Zeyneb Öztürk okurunun profil resmi
Sizin yorum da inceleme alt kümesi gibi olmuş :) Herkesle paylaşılan daralmış hayatları izlerken tam da... Okurken dikkatimi çekti... :)
Homeless okurunun profil resmi
Ben de inceleme yazmıştım bu kitaba ancak sonra paylaşmak gelmedi içimden. Bu incelemeden sonra da paylaşmamış olmama üzülmedim. :) Teşekkür ederim.
K. okurunun profil resmi
Çok nahifsiniz Homeless. :) Fransa kültürü yerine, onların sosyete çevresi ifadesi, daha doğru bir kullanım olabilirdi, haklısınız. Her zaman genelleme yapmak yanlış. Fakat 3 karakterimizin de farklı aile yapılarından gelmesi ve yadırgamadıkları aynı şeyler olunca, kadın erkek ilişkilerindeki serbestliğin kültürel bir temeli olduğunu düşünmem, benim için kaçınılmazdı. :) Sevenin değer görmediği düşüncesini çok doğru bulmuyorum. Bu dediğiniz gibi akla gelecek ilk şey. Yukarıda bunu ''üstüne gelmek ve üstüne düşmek olarak'' ifade etmeye çalıştım. Zaten sevilip sevmediğini düşündüren karakterlerimiz aslında ''tam olarak sevmiyor'' da diyecemeyeceğimiz karakterler. Çünkü sevmemek kesin bir şey ama onlar bir buseyi, arada bir gezmeyi, bir gülüşü de esirgemeyen karakterler. İşte tam burada net bir ret olmaması kişiyi bir tür kuklaya döndürüyor belki de. Adeta aşk dilencisi oluyorlar ve kırıntılarla yetinmek zorunda kalıyorlar. ''Anlatmak de eksiltmektir.'' demişti görüşlerini önemsediğim bir okur. Çünkü insan, içindeki dışarı aktarırken ''anlamı kelimelere hapseder.'' Kelimeler de bunu tam anlamıyla karşılayamadığı için anlam eksilir. İşte bizim aşıklar fazla fazla eksilmeyi seçtiler. Aşkın içinde ihanet, bence de var. :) İnsan biraz isyan, biraz nisyan sanırım. Bunun telafisinin de önleminin de ''kişinin kendisine ait bir alanının olması'' olduğunu düşünüyorum. Sözleriniz benim için önemliydi. Kitabı okuyan birileriyle konuşmak bu sitedeki varlığımın sebebi. Bu yüzden, çok teşekkür ederim. :)
Homeless okurunun profil resmi
Bölüm 6'nın son kısımlarında yer alan bu paragraf vurucu etkiye sahip: ''Evren çok ilginçtir. Neyi yansıtırsak (topal karıncanın getirdiği adalet misali) eninde sonunda bize yansıttığımızın karşılığını verir. Ya yaşadıklarınızla daha kötü biri olur, kalbiniz soğusun diye başkalarına acı çektirirsiniz ya da eşref-i mahluka uygun bir şekilde empati yapar, aynı acılara başka insanların düşmesine engel olursunuz. İnsan sevdiğine aşk cilvesi aşk oyunları yapar ama seveni oyuncak etmez.'' bunu söylemeyi unutmuşum. Bölümler boyu kitap ve karakterler üzerinden müthiş bir sorgulama ve veryansın var. Sonunu böyle bağlamış olmanız 5 bölüm boyunca yanan ateşin üzerine su serpmek oldu. Cevap aradığınız soruları cevaplamak istedim ilk önce. Sonra benim de bu cevapları aradığımı fark ettim. En azından çoğu güncel bir geçerlilikle arada sırada sancılar halinde aklıma takılır. Cevap vermeye kalksak muhtemelen eksilttiğimiz anlamların enkazında kalabiliriz. Hayat biz eşref-i mahlukatlar için zor :) Fransa konusunda siz de haklısınız. Anlatılan karakterler yalnızca yukarıda anlattığınız düzeyde ilerliyor. Biri de çıkıp ahlakı temsil etmedi doğrusu. İçlerinden belki de en midemi bulandıran da Odile'in arkadaşı oldu. 'kişinin kendisine ait bir alanının olması'' noktasında da haklısınız. Gel de anlat bunu aşk içinde kavrulan er kişiye! İlla yürüdüğü yolların çıkmaz olduğunu görecek, sonra tecrübe adı altında yanılmışlıklarının yasını tutarak bir ömür tüketecek. Söylenecek çok şey var Kübra hanım. Ben de size teşekkür ederim :)
K. okurunun profil resmi
O kadar çok soru vardı ki, bunlar artık takatimin yettiğince yazdıklarım. Sayfalarca not aldım. Birçok nokta üzerinde, düşündüm, sorguladım, hatta savaştım diyebilirim. Zaman zaman da derin bir sükunete kavuştu zihnim. Çünkü (en azından Philippe-Odile ikilisi için söyleyebilirim bunu) insan birine bağlanıyor, o bir kişi, biricik kişi. Bunun bazen mantıklı tek bir izahı olmuyor. Bu işte tamamen kimya meselesi. Basit bir şehvet duygusundan bahsetmiyorum. Sevenin, sevilende ihtiyaç duyduğu, fakat sevilenin bununla bir ilgisinin olmadığı bir kimyasal ihtiyaç. Schopenhauer biraz kaba görülse ve onaylamadığım birçok düşüncesi olsa da, kesinlikle hemfikir olduğum birçok düşünceye de sahip. İnsan hem beden hem ruhtan ibaret olduğu için, sevilende biyolojik olarak alacağımız, ihtiyacımız olan özelliklerden başka(bunu asla göz ardı edemeyiz), bence karakter olarak ihtiyacımız olan ve neredeyse muhtaç olduğumuz bazı özellikler de var diyebiliriz. İşte biz hepsinin toplamına aşk diyoruz. Ama kalp o kadar tutku ve heyecanı ancak daha gençken taşıyabilir. Bu yüzden hayatın ileriki günlerinde aşka değil, aşkın dönüşmüş haline ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorum. Aşk gözü kör, kalbi mecnun edince, bütün bu kurulan sözler uçar gider. Bizimkisi bir ümit. Söylenecek sözler, hiçbir zaman bitmez. :)
You need to log in to be able to comment.