Metin Bey, vakit ayırıp değerli yorumlarınızı paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Birikimlerinizden sürekli yeni şeyler öğreniyoruz ki, bu benim nazarımda gerçek bir kazanım ve zenginlik...
Gözden birşey kaçmasın diye art arda iki defa okudum yorumunuzu. Aramızdaki kuşak farkı itibariyle sizin Orhan Pamuk'a bakış açınız ve edebiyatımızda konumlandırdığınız yer önemli ve dikkat çekici. Çünkü benim kuşağım 100 temel eseri bitirip de bir üst basamağa adım attığımızda karşımızda sadece Orhan Pamuk vardı diyebilirim. Tek olmasa da baskın olan oydu. 'Anlaşılmayan kitaplar' yazmakla nam salmıştı:) Ancak ilk kitabını alıp okuduğumda durumun en azından benim açımdan öyle olmadığını gördüm ve gerçekten etkilendim. Benim Adım Kırmızı'nın zihnimde bıraktığı iz çok özeldir ve hep o şekilde kalacaktır muhtemelen.
Çok da uzatmadan bir konuyu biraz daha detaylandırmam gerektiğini düşünüyorum. Şu Doğu-Batı meselesini... Evet Orhan Pamuk, Doğu ile Batı kültürü arasında köprü kurabilen bir yazar ve bu bir sorun olmadığı gibi sizin de ifade ettiğiniz gibi aslında kendi içinde bir başarı hikayesi... Ancak burada 'Doğu-Batı arasında köprü olmak' kavramını da biraz daha açmak gerekiyor. İki kültür arasında köprü olmak için mutlaka iki tarafa da dokunmak mı gerekiyor? Yani sadece Doğu'da kalarak da bu köprüyü kurmak mümkün değil mi? Mesela aklıma ilk olarak Nuri Bilge Ceylan filmleri geliyor... Doğu'da kalarak bu köprüyü kurmayı başarmış değerli bir yönetmen ve her filminde bunun arkasında durarak, hatta bir doz daha arttırarak filmlerini çekmeye ve dünyaya izletmeye devam ediyor.
İşte benim açımdan sıkıntı bu noktada kendini gösteriyor. Orhan Pamuk, Doğu'yu yazarak, hem de çok güzel yazarak haklı olarak kazandığı bu misyona neden şimdi Batı sosu ekleme ihtiyacı hissediyor? Benim Adım Kırmızı'da, Sessiz Ev'de, Cevdet Bey ve Oğulları'nda ve Kar'da eksik olan neydi ki, şimdi onu tamamlamaya çalışıyor?
Mesela Amin Maalouf, Necib Mahfuz (edebiyat dışından Ali Şeriati, Muhammed İkbal) gibi Doğu'da kalıp Batı'yla köprü kurabilmiş yazarlar neden böyle bir değişime ihtiyaç duymamışlar?
İncelemede yazmıştım tekrar olacak ama, eğer Orhan Pamuk bu kitabı 20 sene önce yazsaydı bence o kuyucu çırağından bir Yeni Türkiye müteahhiti çıkarmazdı. Şehname'yi küçük küçük işlerdi öyküsüne ama hemen yanına bir Oidipus sıkıştırmazdı.
Tabii bunlar çok kişisel düşünceler Metin Bey, dediğim gibi tamamıyla zihnimdeki Orhan Pamuk algısından ortaya çıkan dağınık düşünceler... Ben 2002 yılında Kar romanını elime aldığımda bir hafta Kars'ta yaşamıştım. Hayatımda hiç Kars'a gitmedim ama biri sorsa çok rahat gittim derim herhalde... Çünkü o kitap beni Kars'a götürmeyi başarmıştı. Sadece beni değil, pek çok 'Batı'lıyı da götürmeyi başarmıştı...
Kırmızı Saçlı Kadın'da ise nereye gittiğimi kestiremedim. Karşımdaki karakterleri anlayamadım. Naif kuyucu çırağıyla onun büyümüş hali Yeni türkiye müteahhitini bütünleyemedim kafamda. Orhan Pamuk'un kaygılarını, köprünün bacaklarını kurarken yaşadığı bocalamayı birebir ben de yaşadım...
Gerçi siz ilk kitaplarındaki utangaçlığını atmış üzerinden demişsiniz ama ben o dönemi daha özgür ve kendi olmaktan kaynaklanan bir mahcubiyet olarak algılıyorum sanırım...
Sizin de kaleminize sağlık Metin Bey... Saygılarımla...