Belki kaç cennetten geçmişizdir böyle donuk gözlerle, kim bilir?
Bizler, zaman sürgünleri, topraklarından kovulmuş, bizler,
yersiz yurtsuz gece uçucuları.
saçlarına çığ düşmüş bir kentin ortasında
ölümümü bir eylül sabahı vurdum
suçsuzum, kaçarsam öfkem kuşatılacak
ay sussun, ay dolansın kör kapılara
tek ve çoğul ve konuşkan bir ırmağa
şaşkın sular gibi gidelim, bir bahar dalı gibi
bin kasırga büyüyorsa bu haritada
biz de muhbir, ne kaçak
ne de şakağımıza dayalı tetiğe sağır kalalım
homeros'a gidelim, gül parmaklı eos'a
uzun yollara,
sıra dağlara,
özlemleri azdıran baharlara kalalım...
Bulutlardan yapılma ilençli bir saray,
içinde sürüklendiğimiz..
Belki kaç cennetten geçmişizdir
böyle donuk gözlerle, kim bilir?
Bizler, zaman sürgünleri,
topraklarından kovulmuş, bizler,
yersiz yurtsuz gece uçucuları.
Tanrının etrafında da kanat çırpmışızdır belki,
ve ok gibi, köpükler saçarak uçtuğumuzdan, onu görmeksizin,
ve sürdürdüğümüzden tohum saçmayı, daha
karanlık kuşaklar boyunca sürdürelim diye yaşamayı,
suçlu gibiyizdir şimdi, kim bilir?
Kim söyleyebilir belki nice zamanlardır ölmediğimizi?
Sürekli yükselmekte tutunduğumuz bulutlar.
İncelen havada şimdiden felce uğramış ellerimiz,
ya artık sesimiz soluğumuz da kesildiğinde..?
Son anlarımıza mı kalacak ilençler?