Pek çok odaya bölünmüş bir bina düşünün. Bina küçük ya da büyük olabilir. Odaların tüm duvarları, sayıları belki binlere varan irili ufaklı resimlerle kaplı olsun. Resimler doğayı renklerle temsil etmektedirler. Gün ışığında ya da gölgede, suyun içindeki, su içen ya da çimende yatan hayvanlar, hemen yanında İsaya inanmayan bir ressamın elinden çıkma bir çarmıha gerilme sahnesi, çiçekler, oturan, ayakta duran ya da yürüyen çoğu çıplak insan figürleri, uzakta izlenimi versin diye ufaltılarak çizilmiş pek çok çıplak kadın, elmalar ve gümüş tabaklar, encümen üyesi bilmemkimin portresi, günbatımı, kırmızılı kadın, havalanmış ördek, leydi bilmemkimin portresi, uçan kazlar, beyazlı kadın, üzerlerinde parlak sarı ışık benekleri bulunan buzağılar, Prens bilmemkimin portresi, yeşilli kadın… Tüm bunlar, ressamların ve resimlerin adlarını da içeren bir kitaba özenle konulmuş olsun. İnsanlar, ellerinde kitaplar, sayfaları çevire çevire ve isimleri okuya okuya duvardan duvara dolaşırlar. Sonra geldiklerinden ne daha zengin ne de daha yoksul halde oradan ayrılır ve hemen sanatla alakasız işlerine gömülüverirler. Neden gelmişlerdi? Her resimde koca bir yaşam gizli. Korkular, kuşkular, umutlar ve neşelerle dolu bir yaşam…