planlanmışken, ruhun büzüşür
Güzel bir hikaye biliyorum; Nasrettin Hoca eve gelir ve karısını en yakın arkadaşıyla yatakta yakalar. Arkadaşı çok utanır ve korkar. “Dinle” der, “elimden bir şey gelmiyor, karma âşığım ve o da bana âşık. Sen mantıklı bir insansın, bir anlaşmaya varmamız lazım. Bu konuda kavga etmenin anlamı yok.” “Nasıl bir anlaşma öneriyorsun?” der Nasrettin. “Kâğıt oyunu oynayalım ve ortada para yerine karın olsun. Ben kazanırsam, sen gidersin; sen kazanırsan, karının yüzünü bir daha görmeyeceğim” der adam. “Tamam, anlaştık” der Nasrettin. “Biraz para koy, her puan için bir rupi, yoksa olayın hiçbir faydası yok. Sırf bir kadın için bütün bunlar boşuna. Benim vaktimi harcama, ortaya biraz para da koy” diye ekler sonra. O zaman olay faydalı hale gelir. Para, faydalı tek şeymiş gibi görünüyor. Faydacıların hepsi para delisi olacak, çünkü para satın alabilir. Para, bütün yararlılığın esasıdır. Dolayısıyla Buddha ve Buddha gibi insanların feragat etmelerinin nedeni paraya karşı olmaları değildi; nedeni işe yararlığa, yararlı olana karşı olmalarıydı. O yüzden, “Paran senin olsun. Ben ormana gidiyorum. Bu bahçe artık bana göre değil. Ben uçsuz bucaksız olanın, insanın kaybolabileceği bilinmeyenin içine giriyorum. Her şeyin bilindiği, planlandığı bu düzgün, temiz çakıl taşlı yol bana göre değil” dediler. Yararsızlığın enginliğine daldığın zaman, ruhun da genişler. Harita olmadan denize girdiğin zaman, sen de okyanus gibi olursun. O zaman bilinmeyene meydan okumak senin ruhunu yaratır.
"Toplum.Bu kavramı az da olsa kavrayabilmeye başladığımı hissediyordum.Bu, bir bireyle diğeri arasında, spesifik bir anda gerçekleşen bir mücadeleydi ve tek yapman gereken o anda kazanmaktı.Hiç kimse bir başkasını tamamen fethedemez ve bir köle bile bir kölenin hakir karşılık verişinin altından kalkar,bu yüzden yapabileceğimiz tek şey, o anda ve orada,tek bir zar atışıyla her şey üstüne bahse girmek;ya hep ya hiç bahsi.Hayatı sürdürebilmek için başka bir yol yok.İnsanlar onur ve sadakate övgüler yağdırır ancak insan çabasının yegane odak noktası bireydir.Bireyin ötesinde de bir başka birey vardır.Toplumun esrarengizliği; okyanus olan toplum değil, bireydir.Bir şekilde o seraptan,dünyanın o uçsuz bucaksız okyanusundan duyduğum korkudan bir nebze kurtulmuştum.Artık tüm meselelere karşı aynı daimi yargıyı sergilemeye kendimi mecbur hissetmiyordum, bunun yerine duruma göre ve anın gerektirdiği şekilde başkalarına bir dereceye kadar umursamazca davranıyordum."
Reklam
"Yaşamın bazı kesimlerinde olağan bir rahatlık aradı. Rahatsız etmeyen ve karşı koyma direncini silmeyen bir sakinlik, düzen. Yakınlarıyla sevgi ve rahatlık içinde ilişkiler. Yaşamındaki tırmanışlar, huzursuzluklar durduğu an, ailenin, yakın çevrenin ve yaşadığı toplumun huzursuzlukları, patlayışları büyüyor, yükseliyor, kavranması güç boyutlara ulaşıyor. Tedirginlik, güvensizlik, kuşku, zaman zaman umutsuzluk, elinde olmayan nedenlerle gelip yüreğine, beynine, düşüncelerine saplanıyor. Altı yüz bin kişinin (belki de daha çok) doldurduğu güneşli 1 Mayıs bayramını akşama doğru kırk ölü, yırtık bayraklar, kırılmış sopalar, yerde kalmış ayakkabılar, eller ve parçalanmış tüm değerlerle bırakıyor. Birkaç saat önce saklandıkları kahveye kurşunlar yağıyor. Ölüm sırtlarında, kafalarında. İlkgençlik yıllarından beri büyük kentin tüm sokaklarında."
Sayfa 104 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
"Darrow'a dokunmayacağiz,"dedi. Aedion "Ne?" diye çıkıştı. Aelin "Tüm parama bahse girerim ki zamansız ölürse Orynth'e bir daha asla adım atmamamızı sağlayacak önlemleri almıştır." Murtaugh başını ciddiyetle sallayıp Aelin'in sözlerini doğruladı. Aelin omuz silkti. "Bu yüzden ona dokunmayacağiz. Onun oyununu oynayacağız; kurallarla, yasalarla ve yeminlerle.
Sayfa 79
hiçbir zorunlu varlık varoluşu açıklayamaz
Bütün bunların özü olumsallıktır. Yani, varoluş zorunluluk değildir demek istiyorum. Var olmak burada ol maktır sadece, var olan şeyler ortaya çıkarlar, onlara rastlanabilir ama onları hiçbir zaman çıkarsayamayız. Bunu anlamış kimselerin olduğunu sanıyorum. Ama onlar bu olumsallığı, kendi kendisinin nedeni olan zorunlu bir varlık uydurarak aşmaya çalışmışlardı. Oysa hiçbir zorunlu varlık varoluşu açıklayamaz: Olumsallık bir sanrı, ortadan kaldırılabilecek bir görünüm değil mutlak olandır ve bu yüzden kusursuz bir temelsizliktir. Şu bahçe, şu kent, ben, her şey temelsiz ve nedensizdir. Bunun farkına vardığınız zaman yüreğiniz burulur; geçen akşam Rendez-vous des Cheminots'da olduğu gibi her şey dalgalanmaya başlar: Bulantı budur işte
Sayfa 192Kitabı okudu
BIR ZAMANLAR çok çabuk öfkelenen, bu yüzden insan ilişkilerinde hüsrana uğrayan bir delikanlı varmış. Mürşidine varıp bu huyundan şikâyetçi olmuş. Mürşidi ona bir kese dolusu çivi vermiş ve her öfkelendiğinde, bahçe kapısına bir çivi çakması gerektiğini söylemiş. Derviş daha ilk gün kapıya 37 çivi çakmış. İlerleyen haftalarda öfkesini kontrol etmeyi öğrendikçe, kapıya çaktığı çivilerin sayısı da her geçen gün azalıyormuş. Gün gelmiş, öfkesini kontrol etmenin, kapıya çivi çakmaktan daha kolay olduğunu keşfetmiş. Ve bir gün derviş kapıya hiç çivi çakmadan durmayı başarrmş. Koşup şeyhine durumu anlatmış. Şeyh efendi bu sefer başka bir görev vermiş. Öfkesine her hâkim oluşunda, kapıdan bir çivi sökmek. Günler geçmiş. Derviş, kapıdaki tüm çivilerin söküldüğünü mürşidine söylemiş. Mürşid onu bahçe kapısının karşısına getirip "Aferin sana” demiş, ”çok şey başardın. Ama bir bak, kapının üstü delik deşik oldu. Bu kapı asla eskisi gibi olmayacak. Bır insana bıçak sapladıktan sonra bıçağı çekip alabilirsin ama yara hep orada kalacaktır. Bunun için daha işin başında bıçağı saplamamayı öğrenecek şekilde öfkeni kontrol etmelisin!"
Reklam
720 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.