İlk kitap incelememin bu olmasını istemezdim ama gerçekten en klişe aşk hikayesini okumuş gibi hissediyorum kendimi. Bizim o beğenmediğimiz watty yazarları bile daha ağır bir kalemle yazıyor cümlelerini. Kitabın puntolarının büyüklüğü cümlelerin basitliği cidden okurken baygınlık geçiriyordum. O kadar çok karşıma çıktı ve övüldü ki bu kitap dedim
Beyah, tek gecelik bir ilişkinin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi ile birlikte küçük bir kasabanın karavan parkında yaşamaktadırlar. Beyah, en son üç sene önce babası ile görüşmüş arada bir telefonda konuşmuştur.
Ancak annesinin ölümü ile karavan parkında daha fazla kalamayacağını anlar ve babasını arar. Gideceği üniversite ağustos ayında açılacaktır ve Beyah Teksas’ta bir yarımadada yaşayan neredeyse hiç tanımadığı babasının yanında bir yaz geçirecektir. Tabi buna babasının eşi ve eşinin kızı Sara’da dahil…
Geçmişini arkasında bırakıp hayal ettiği geleceğe adım atmayı sabır ile bekleyip günleri sayarken komşuları Samson ile tanışır. İkisi birbirini tanıyıp keşfederken aralarındaki ilişki bir yaz aşkı olarak mı kalacak yoksa birbirlerinde kalıcı izler mi bırakacaklar?
Ne yazsa okurum dediğim bir yazar Colleen Hoover. Ve yine beni yanıltmadı. Dram tercih ettiğim bir tür olmamasına rağmen, çok severek ve keyif alarak okudum. Dram, aşk, sırlar, geçmişle yüzleşme her türlü şeyi içinde barındırıyordu. Beyah’ın yaşadıklarına ayrı üzülürken, Samson’un yaşadıklarını öğrenip ona üzülmeye başladım. Bir yandan da aralarındaki ilişkinin ilerleyişini yüzümde bir tebessüm ile okudum. Daha okumadığım kitapları bar ve umarım ben onları okurken diğerleri çevrilir. Daha yazarla tanışmadıysanız mutlaka ama mutlaka okuyun.️
Her Kalp KırılırColleen Hoover · Ephesus Yayınları · 20213,119 okunma
Babaya mektup
Babaya Mektup’un öyküsü, Kafka’nın babası ile arasında 1919 yılında yaşanan bir çatışmaya dayanıyor. Hiçbir zaman belki ne yazık belki çok şükür gönderilmeyen bu mektubun yazılmasına vesile olan çatışmanın konusu ise Kafka’nın Julie Wohryzek ile yaptığı evlilik planıdır. Babaya Mektup’un en önemli özelliği, yazarın biyografik özellik
Kitap çocuk istismarının henüz Avrupa'da bile tabu olduğu bir dönemde yayımlanmış. Çok uzak bir zaman değil, 80'li yılların sonunda kadar Almanya'da bile çocuğa şiddete karşı bir yasa yok, hatta şiddetin çocuk yetiştirmede gerekli gerekli olduğunu savunanlar hiç de az değilmiş. Alice Miller, istismarı ele almaya başladığında medya,
Travma sonrası tepkilerin, yaşamınızı kurtarma çabası olarak başladığını fark ettiğinizde, içsel müziğinizle yüzleşme cesareti bulabilirsiniz ancak bunu gerçekleştirmek için yardıma ihtiyaç duyarsınız. Size eşlik edecek, duygularınızı kucaklayacak, duygusal beyninizin gönderdiği acı dolu mesajları dinleyecek birini bulmalısınız. Uzun zamandır kendinizden bile bir sır olarak sakladığınız parçalar halindeki deneyimleri keşfederken, yaşadığınız dehşetten korkmayacak, en korkutucu öfkenizi kontrol altına alacak, size, sizin bütünlüğünüzü korumak için cankurtaranlık yapacak bir rehbere ihtiyacınız vardır.
Hakkâri’de Bir Mevsim, bir köy evreninden bir coğrafyanın hikâyesini anlatır.
Ferit Edgü, yaşamından izler taşıyan romanında bir deniz kazası sonucu hiç bilmediği diyarlara gelen bir denizcinin hikâyesini anlatır. Deniz kazası, sürgünlüğü ya da mecburiyeti gizlemek adına kullanılan bir metafordur. Kazazede, bir sürgündedir esasında, kendi iradesi dışında bilmediği uzak diyarlara gelmiştir; “Hak kentinin, Pir köyündedir”. Bilmediği, tanımadığı insanların arasındadır. Daha önce hiç duymadığı bir dili konuşur insanlar. Bilmediği bir kültür, deneyimlemediği bir yaşam vardır. Bu durumu başta yadırgasa da ondan kaçmaz, “Onlara dilimi öğretmek yerine onların dilini öğrenmeyi, onların dilinden konuşmayı denedim.” diyerek yeni yaşama uyum sağlamaya koyulur. Muhtarla anlaşmaya varıp köyün çocuklarına öğretmenlik yapmaya başlar, bir yandan dil öğrenir öte yandan dil öğretir. Ortak yaşamın ilk taşları böylece döşenir. Kaldığı uzun kış mevsimi boyunca yeni yaşama giderek uyum sağlayan kazazede, kaybettiği aidiyet bağlarını yeniden kurar. Yeni yaşam yoklukları, sunduklarıyla bir yüzleşme ve değişim imkânı sunar. Karlar eridiğinde köye gelen müfettiş artık “özgür” olduğunu söyler, okulu kapatıp gidebilecektir. Nihayetinde “her şeyin bir sonu vardır, sürgünlüğün, hastalığın, mapusluğun bile”.
Ister Islâm dininin temel ilke ve amaçlarını (makasid) esas alalım ister Batılı toplumların gelişmişlik ölçütlerini kullanalım, günümüzde Islâm dünyasının ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldığını ve bunlarla baş etmede ümit veren bir tablo ortaya koyamadığını üzülerek görüyoruz. Bu durumun biz müslümanlar için fevkalade can yakıcı olmasının yani sıra, yakın ve uzak çevremizde hiç de razı olmayacağımız bir islâm algısının giderek yerleşmeye başlaması da gelecek adına hepimizi endişeye sürüklemektedir. Elbette islâm dünyası olarak birçok artı değerimiz var; bunlarla iftihar etmekteyiz. Bir taraftan sahip olduklarimizin kıymetini bilmemiz gerekirken, diğer taraftan yüz yüze kaldığımız sorunları derinlemesine tanımamız, tahlil etmemiz ve bunlarla kendi yapıp ettiklerimizin payını araştırmamız da gerekiyor. Hatta toplumumuz aydın ve yöneticilerine düşen , asıl ikinci yönde yoğunlaşıp soğukkanlı bir şekilde çözüm arayışına girmek olmalıdır.