Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Nisan Ayı Makale Okumaları
Büyükakın, T. (1995) Enflasyon Teorileri ve Türkiye'de 1980 Sonrası Enflasyon Birinci, Y. (2011) Enflasyon, Para Politikası ve Stratejileri Akyüz, H. (2020) 2010-2017 Dönemi Türkiye'de Enflasyonun Gelişimi ve Enflasyonu Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi Künç, S. (2011) Enflasyon Teorileri Bronfenbrenner, M. ve Bolzman, F. (1973)
ertelenmiş vefa yazılmaz veba erken veda burayı susunuz her şehrin kiri kendine kussun s-i-z b-u-r-a-y-ı s-a-d-e-ce. s-u-s-u-n-u-z veda
Sayfa 41 - EVEREST YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Anladınız mı beni? Çarmıhtakine karşı Dionyssos..."
Bugüne değin “doğru” (Wahrheit) dedikleri ne varsa yalanın en kötüsü, en iki yüzlüce, en iğrendirici biçimi olarak açığa çıkarılmıştır: o kutsal “sözde neden”, insanlığı d ü z e l t m e k , gerçekte yaşamın iliğini, kanını emecek bir kandırmaca olarak töre bir kan emicilik olarak ortaya çıkarılmıştır: Törenin ne olduğunu bulan, onunla birlikte
Ecrasez l'infame! : Ezin alçağı! (Voltaire'in kiliseyi kastederek söylediği söz.)Kitabı okudu
Bir insan türüne değer biçmek için onun sürüp gidişinden ne sonuç çıkarılıyor bu düşünülmelidir – varoluş koşullarını bilmelidir onun. İyilerin varoluş koşulu bir y a l a n d ı r : başka bir deyimle gerçekliğin temelde ne türden olduğunu, hangi anlamda alınırsa alınsın, görmek i s t e m e m e k t i r . Oysa gerçek tüm iyiliksever içgüdüleri gerektirecek, o beceriksiz, iyi ellerin ikide bir kendi işine karışmasına göz yumacak türden d e ğ i l d i r. Genelde tüm türden s a k ı n c a d u r u m u n u bir karşı çıkış, ortadan kaldırılması gereken bir şey diye anlamak, e ş s i z b i r n i a i s e r i e ‘dir [bönlük] tümden ele alınırsa, sonuçları bakımından açık bir yıkım, korkunç bir salaklıktır.
…bundan daha da önemlisi, düşünce konusunda gittikçe kendine çeki düzen vermeye çalışan, gittikçe uyuşuk duruma gelen, içgüdü yönünden yoksullaşan Alman ulusuna saldırmaktır sanırım. Ellerine ne geçerlerse yiyorlar hep, karşıtlarla besleniyorlar, ister “inanç” olsun, ister “bilimsel düşünce”, ister “Hrıstiyanlığa özgü sevgi” olsun, ister évangile
Ancak bütün dünya benden başka türlü düşünüyor. Bir fizyolog böyle bir değer karşıtlığından kuşku duymaz. Nitekim organizma içinde en önemsiz bir bölüm kendini korumayı, güç pekiştirmesini, bütünlemesini, kendi “bencilliğini” kesinlikle sürdürmede biraz şaştı mı organizmanın bütünü yozlaşır. Fizyolog yozlaşan bölümün k e s i l i p atılmasını ister; yozlaşma ile dayanışma diye bir olay tanımaz; ona acımayı da düşünmez bile. Oysa papazın i s t e d i ğ i, bütünün, insanlığın yozlaşmasıdır: bu yüzden yozlaşmışı s a k l a r , - bunun karşılığında egemenliği altına alır onu… O “ruh” (Seele), “tin” (Geist), “özgür isteme”(freier Wille), “Tanrı” gibi törede geçerli yalancı kavramların, kullanılan kavramların anlamı insanlığı fizyolojik nitelikte yıkmak değil midir? Kendini koruma, gövdenin, b a ş k a s ö y l e y i ş i y l e y a ş a m ı n gücünü arttırma çabası engellenirse kansızlık bir ideal, gövdeyi küçümseme “ruhun kutsanması” (das Heil des Seele) sayılırsa bunlar y o z l a ş m a y a ( décadence) yol açmak değil de nedir? –Dengeyi yitirme, doğal güdüleme karşı direnme, bir sözcükle – “bensizlik” – şimdiye değin t ö r e buydu…Tan Kızıllığı ile ilk kez o bencil olmayan töreye karşı savaşa girdim.-
Reklam
Benim ödevim, insanlığın en yüksek aşamada kendi benliğini kavrayacağı, geriye dönüp bakacağı, ileriye bakacağı, rastlantının, papazların egemenliğinden kendini kurtaracağı, niçin, neden sorunlarını ilk kez bir b ü t ü n l ü k içinde ortaya koyacağı bir anı, b ü y ü k b i r ö ğ l e ‘ y i sağlamaktır, ödevim böyle bir anlayışın zorunluluğu ile bağlantılıdır, onun sonucudur; insanlık doğru yolu kendiliğinden bulmamıştır, onun yönetilmesi de T a n r ı s a l değildir pek; çünkü yadsıyan, yıkıma sürükleyen içgüdü, o y o z l a ş m ı ş gücüdür, onu saptırmış, en kutsal değer kavramları altında baskıya almıştır. Töresel değerlerin kaynağı sorusu bu yüzden benim için ö n d e g e l e n bir sorudur; nitekim insanlığın geleceği de buna bağlıdır. Gerçekte tüm varlığın en iyi ellerde yürütüldüğüne, bir tek kitabın, İncil’in insan yazgısını yöneten Tanrısal bilgelik konusunda son sözü söylediğine, ötesini düşünmemek gerektiğine i n a n m a y ı istemek; gerçeğin diline çevrilirse şu anlamı taşır: durum bunun büsbütün tersidir – o acınası durum doğrudur- bugüne değin insanlık en k ö t ü e l l e r e kalmıştır, en yetersizlerin, düzencilerin, öç alıcıların, o “ermiş” denen, dünyayı kötüleyen, insanlığın yüzünü karartan kimseler onu yönettikleri inancının açığa çıkmasını istemiyorlar. Papaz, (o kılık değiştirmiş papazlar, filozoflar da bunların içindedir) yalnızca belli bir din topluluğu içinde değil, genelde egemenlik sağlamıştır.
“İnsanca, Pek İnsanca” bir bunalımın anıtıdır. Kendilerine ö z g ü r düşünürler diyenler için bir kitap: her tümce bir utkuyu anlatır – kendi doğam içinde özüme a y k ı r ı d ü ş e n d e n böyle kurtardım kendimi. İdealizimdir benim özüme aykırı düşen: şöyle söylüyor başlık “ s i z i n ideal nesneler gördüğünüz yerde b e n -insanca, pek insanca nesneler görüyorum ancak!...” D a h a iyi tanıyorum insanı ben…Burada “özgür düşünür” sözcüğü başka bir anlamda anlaşılmaz: ö z g ü r l ü ğ ü n ü sağlamış, kendini yeniden bulup kavramış düşünce. Sesin yapısı, tınısı tümden değişmiştir: kitap kurnazca, soğuk, kimi durumlarda katı ve alaycı bulunur. S o y l u bir beğeniden kaynaklanan bir tinsellik alttan yukarı doğru gelen bir tutku akıntısına direnir gibidir. İşte bu bağlamda, kitabın 1878’de zamansız yayınlanışına karşı bir çekince diye V o l t a i r e ‘in yüzüncü ölüm yıldönümüne rastlamasını göstermem bir anlam taşımaktadır. Çünkü Voltaire, kendinden sonra gelen yazarların tümden tersine, hepsinden önce g r a n d s e i g n e u r ‘ dü [soylu kişi] düşünce yönünde: tam benim olduğum gibi.
Şöyle bir göz atalım yüzyıl sonrasına, benim iki bin yıldan beri doğaya karşı olumsuz girişimlerden ve insanın yozlaştırılmasından yakınmam etkili olmuş, başarıya ulaşmıştır, diyelim. Yaşamın bu yeni kesimi, görevlerin en büyüğünü, daha yüksek bir insanlık yetiştirmenin sorumluluğunu yüklenecek, bunun bir bölümü olarak da soysuzlaşmış, asalaklaşmış her nesnenin acımaksızın yok edilmesini üstlenecek. Dionyssosça bir durumun bile yeniden ortaya çıkabileceği o y a ş a m s a l b o l l u ğ u yeryüzünde olanaklı kılacaktır. Ben t r a g i k bir çağı bildiriyorum: insanlık en acımasız, en zorunlu savaşları, u f a k b i r a c ı d u y m a k s ı z ı n arkada bıraktığı evrede, yaşamı onaylamanın en yüksek sanatı olan tragedya yeniden doğacaktır.
İnsan k e n d i k e n d i n i n d a y a n a ğ ı olmalı, insan iki ayağı üstünde yiğitçe durabilmeli, yoksa başka türlü s e v e m e z.
Reklam
B e n, y ü r e ğ i n i y i t i r m i ş b u z a m a n d a n k o r k u y o r u m*
Sayfa 61 - KırmızıkediKitabı okudu
Beslenme sorunuyla y e r v e i k l i m (Klima) sorunu sımsıkı bağlıdır birbirine. Kimsenin elinden gelmez her yerde yaşamak; bütün gücünü gerektiren büyük ödevler üstlenen bir kimse için seçim çok çetindir burada. İklimin m e t a b o l i z m a üzerinde ağırlaşma, hızlanma konusunda büyük bir etkisi vardır, yanlış bir girişim insanı yalnızca görevinden koparmakla kalmaz, onu daha başlangıçta engelleyebilir: ödevin yüzünü bile göremez. Bir bağırsak zorluğu, küçük de olsa, kötü bir alışkanlığa dönüşünce bir dehayı sıradan biri, neredeyse bir “Alman” durumuna düşürmeye yeter. Metabolizmanın hızı tinin ayaklarının çevikliği ya da aksaklığı ile doğru orantılıdır; tinin kendisi de metabolizmanın bir türüdür. Şimdiye değin aydın görüşlü insanların olduğu, inceliğin, düşünsel ışıltının, üstün düşünme yetisinin yurt edindiği yerleri bir araya toplayın: hepsinin kuru eşsiz bir havası vardır. Paris, Provence, Floransa, Kudüs, Atina – bu adlar şunu kanıtlıyor: deha kuru havayla, duru gökle b a ğ l a n t ı l ı d ı r , - bu da hızlı bir metabolizma, olanaklılık yoluyla çok geniş ölçüde yoğun bir erk oluşturma demektir.
Az yemekten daha kolay sindirilir tıka basa bir yemek. İyi bir sindirimin birinci koşulu tümden çalışmasıdır midenin. İnsan midesinin çapını iyi t a n ı m a l ı d ı r [kennen]. Öğün arasında bir şey yememeli, kahve içmemeli: kahve sıkıntı verir. Çay ancak sabahları yararlıdır, az ve koyu, çay gereğinden biraz açık olsa dokunur, bütün gün kırıklık yapar, güçten keser. Bunda herkesin kendine göre bir ölçeği vardır, kendi beğenisine göre bir sınır çizer. Çok sıkıcı bir ortamda çayla başlamak öğütlenir gibi değildir: bir saat önceden bir fincan koyu, yağı çıkarılmış kakao ile başlamak yeğlenmeli. – Elden geldiğince a z o t u r m a l ı: açık havada gezinirken doğmayan, kasların katılmadığı bir eğlenceyle bağlantı kurmayan herhangi bir düşünceye inanmamalı. Bütün önyargılar bağırsaklardan doğar. – İ h t i m a m . - Söylemiştim bir kez daha – kutsal tine karşı işlenen gerçek günah kaba ettir.
Başka bir olaydır savaş. Yaradılıştan bir savaşçıyım ben. Bir içgüdüdür bende saldırı. Düşman o l a b i l m e k – güçlü bir doğa gerektirir sanırım, her güçlü doğada bulunur bu özellik. Birçok direnç gerektirir bu güçlü doğa, ondandır bir direnç aradığı da: nasıl ayrılamazsa yetersizlikten öç ve hınç duyguları, öyle ayrılmaz güçten s a l d ı r g a n l ı k t u t k u s u da. Her güçlenme kendini etkin bir düşman aramakla açığa vurur – ya da bir sorun: çünkü savaşkan bir filozof sorunları da ikili bir dövüşe çağırır. Burada üstlenilen görev dirençlere egemen olmak değil genelde, tersine tüm gücünü, esnekliğini, silah kullanımındaki becerisini sergileyebileceği – d e n k düşmanlara üstün gelmektir… Düşman karşısında eşitlik – işte adil bir düellonun birinci koşulu. İnsan küçümsediği yerde savaşa g i r e m e z, öyleyse buyruğunun geçtiği yerde, başkalarını a ş a ğ ı l a d ı ğ ı yerde de savaşma yetkisi yoktur.
1.333 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.