Sıkıntı bize , zamanın aşımı değil de yıkımı olan bir ebediyeti ifşa eder ; bâtıl inanç noksanlığından çürümüş ruhların sonsuzudur o : Kendi düşüşlerinin peşinde olan şeylerin kendi etraflarında dönmelerine hiçbir şeyin engel olmadığı düz bir mutlak.
Hayat sayıklama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde dağılır.
“Belirgin bir dertten mustarip olan kişinin şikayet etmeye hakkı yoktur: Onun bir meşgalesi vardır. Ağır hastalar hiç sıkılmazlar: Hastalık içlerini doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan azabının beslemesi gibi.
Anlar birbirini izler: Bir kapsamları olduğu yanılsamasına ya da bir
anlamlan olduğu hayaline kapılmak için hiçbir sebep yoktur; cereyan
ederler; seyirleri bizim seyrimiz değildir; sersem bir algıya hapsolmuş bir şekilde akışını seyre dalarız onların.
Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır... boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen -ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır...
Belirgin bir dertten muzdarip olan kişinin şikâyet etmeye hakkı yoktur: Onun bir meşgalesi vardır. Ağır hastalar hiç sıkılmazlar: Hastalık içlerini doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan azabının beslemesi gibi.
Zaman içindeki bu yurtsuzlaşmanın yanında, bakışlarımız altında çürüyen evren manzarasının dışında hiçbir şeyin göze batmadığı o boş ve bitkin çöküntü halinin yanında, cehennem bir sığınaktır.
(Zamanın Parçalarının Birbirinden Ayrılması)