NOT: Her kitap incelemesi doğası gereği bir miktar spoiler içerir ve birazdan okuyacaklarınız bir kitap incelemesi niyetiyle kaleme alınmıştır...
------------------------------------------------
Almanya'da yazar olmak (ya da Alman ekolünden bir yazar olmak diyelim), Brezilya'da futbolcu olmak gibi bir şey... Çok iyi, çok yetenekli de olsan;
Yalnızlığın karanlık yansıması deyince akla ilk gelen isim, çok erken gidenlerden bir güzel adam, duyguların soyut hâllerine somut şekiller veren Oğuz Atay.
Öykü yazmanın roman yazmaktan daha zor olduğunu düşünenlerdenim; zira kısa pasajlarda, işlenen konuyu istenen duygular ile aktarmak büyük maharet istiyor. Atay'ımız da işte bu ustalardan
Edith Wharton, Amerikan yazar ve moda tasarımcısıdır. En fazla tanınan eseri "Masumiyet Çağı" adlı romanıdır, ve 1921 yılında Pulitzer Ödülünü kazanmıştır.
Belirlemediğimiz mizaçlarımızın kurbanıyız,
isteğimizin ve eylemlerimizin dışındaki zayıflıklarımızın ve eksikliklerimizin."
".. mensup olduğu sınıfın Yaldızlı
Cemal Süreya
Senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata. Varsın yara içinde kalsın dizlerim; yüreğim kadar acımaz nasıl olsa.
Şems-i Tebrizi
Düzenim bozulur,
Hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme.
Öykü de müziğe benzer ve kendini, bir sona doğru yol alan art arda olaylarla ortaya koyar ve bir öykü her an var olmaya çabalarsa yine de zamana gereksinimi vardır. Beş Dakikalık Bir Vals? adlı bir müzik parçası beş dakika sürer ve zamanla bağlantısı kesinlikle bu kadardır. Oysa, anlatılması beş dakika alan bir öykünün içeriği, bu beş dakikayı
_Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsanız, ona hayallerini sorun.
_İnsan doğasındaki en derin prensip, "takdir edilme" isteğidir.
_Alaycı tiplerin aslında acılarını gizlemeye çalıştığı gerçeği doğrudur.
_İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiç bir şey anlayamaz.
_Yanlış anlayanlar tarafından
Evet ben bir deliyim ve kendim olabildiğim tek yerdeyim. Kimseye sahte gülücükler göstermek zorunda değilim. Sabahın köründe benden istenilenleri yapmak için bir yere gitmek zorunda değilim. Kimseyi övmek, şımartmak ve egosunu tatmin etmek zorunda değilim. Özgürlüğün tadını zerresine kadar çıkardığım, kimseye hesap vermek zorunda olmadığım, saçma
Bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. Kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihin varsa, bir iki lira borç alırsın… İşte ondan sonra mucize başlar. Şiddetli bir rüzgâr
Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
Hayatın ne kadar da inişli çıkışlı olduğunu bizlere tekrar hatırlatıyor bu kitap aslında. Bazen göklere çıktığımızda yere düşüşümüzün de ne kadar hızlı ve acı dolu olduğunu ortaya koyuyor. Bir merhabanın her zaman bir başlangıç olmadığını ve bir hoşça kalın da her zaman veda içermediğini görüyoruz. Çünkü o merhabanın hoşça kala dönüşüp
Harika bir eser. Okumaya başladığınız andan itibaren sizi içine çeken, bir solukta okunabilecek nitelikte.
Kitabın konusu; Çevirmenlik yapan Raif Efendi'nin, on sene önce gittiği sergide tabloda gördüğü kürk mantolu kadına tutkulu bir şekilde aşık olması. Kitabın bize verdiği en güzel mesaj ise, ön yargıların hayatımıza olan
Kişi kendini nasıl inşa eder?
Bu soruya eminim birçoğunuzun verecek farklı farklı cevabı vardır. Bence doğduğumuz coğrafyanın kaderimiz olmadığını anladığımız noktada kendimizi inşa etmeye başlarız. Çünkü insanı insan yapan seçimleridir. Genetik mirasımız ve çevresel faktörler ne kadar etkileşim içerisinde olursa olsun seçimlerimizle beraber dönüşür, yolculuğumuzda ilerleriz. Yazarımızın da dediği gibi "Evet, her şey seninle başlar!"
Peki kişinin kendini inşa etmesi ne zaman biter?
Bu soruya herkesin cevabı net olacaktır. İnşa süreci hiçbir zaman bitmez. Çünkü insan yaşadığı hadiseler ile birlikte kendini tanır ve zamanla gelişir. O nedenle kendi ışığınızdan korkmamalı, hayat yolunda cesurca ilerlemelisiniz. Sonuç olarak herkes kendi talihinin mimarıdır. Bu süreçte Sibel Uzun gibi değerli, donanımlı kalemlerden bilgiler edinmenizde de fayda var. Ayrıca bu kitabın içerisinde yer alan tipoloji hesaplamasıyla kişinin ruh güdüsünü bulma ayrıntısı da hoşuma gitti. Dünyayı nasıl gördüğümüz ve kendimizi dünyaya nasıl gösterdiğimiz bir ayna gibi kitabın içerisinde bizlere yansıtılmıştı. Bu kitabı okuyarak aydınlanmanın verdiği hazzı keşfedebilirsiniz.
II. Dünya Savaşı zamanında çocuklar için yazılan Küçük Prens hikayesi dünyada İncil'den sonra en çok okunan ve en fazla dile çevrilen kitap olmuş.
Yazarımız kitabı 1000 sayfa yazmış fakat binlerce sayfa çıkarılabilecek bir sadelikle 120 sayfada anlatmak istediklerini anlatmıştır.
Kendi çizdiği sulu boya resimleri ile kitabı
Mustalem
Aktı kan, kan aktı meşhur meydana,
Bir sır damla damla döküldü elhak.
Kol düştü, baş uçtu, gövde bir yana,
Bir nida hatiften: Sana müstahak.
Bir kadeh sunarız, ezeli serin,