Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
7. Özgürlüğün Paylaşımı: Eşitlik, Kardeşlik, Adalet
Özgürlük, kendi kendinin ve kendi kararlarının hakimi olan, karşısına hiçbir engel çıkmadan tam bir bağımsızlık içinde evrilen bir öznelliğin özerkliği olarak sunulmaya izin vermez. Böyle bir bağımsızlık, en küçük bir ilişkiye bile girmenin -ve dolayısıyla en küçük bir özgürlüğü bile kullanmanın- ilkede olanaksızlığından başka ne anlama gelebilir ki? İlişkilerin birbirine zincirlenmişliği ya da içiçe geçmişliği kuşkusuz özgürlüğü önceliyor değildir ama onunla ortak-zamanlı (contemporian) ve ortak uzanımlıdır (coextensif), tıpkı ortaklık-içinde-varlığın (l'étre-en-commun) tekil varoluş ile ortak-zamanlı ve tekil varoluşa has mekansallıkla ortak uzanımlı olduğu gibi. Tekil varlık ilişki içindedir, ya da ilişkiye göredir, üstelik tekilliği kendini her türlü ilişkiden istisna etmek ya da korumaktan ibaret olabildiği (ve bir anlamda daima olduğu) ölçüde de. Tekillik 'tek bir kere, bu kere'den oluşur; sırf bunun sözcelenmesi (telaffuzu) bile -doğan çocuğun çığlığı gibi, nitekim her keresinde (defasında) bir doğumdur söz konusu olan - bir ilişkiyi kurar ve aynı zamanda sözceleme noktasının etrafındaki 'ortak' addedilen zamanı ve mekanı sonsuzca oyar. İşte bu noktadadır ki, özgürlük her keresinde tekil bir biçimde doğar. (Ve özgürleştiren, doğumdur.)
_Devlet, milletin kendisidir. Milleti, idare edenler devlet değildir. Çünkü irade milletindir. Millet, asildir. Millet işlerini yönetenler, onun temsilcileri olabilir. Bu sistemin uygulanmasında göz onunde bulundurulacak en onemli nokta, milletin siyasi, sosyal, eğitim ve gelişme derecesidir. _Devlet, her parcası diğerinin gorevini hazırlayan veya
Reklam
_Asıl mesele, şimdiye dek kimsenin görmediğini görmek değil fakat daha çok şimdiye dek kimsenin düşünmediği bir şeyi düşünmektir. Dolayısıyla bir filozof olmak, doğa bilimcisi olmaktan çok daha fazla şey talep eder. _Orta çağlar bize tecrübe etmeksizin düşündüğümüzde nereye gideceğimizi gösterdi. Yaşadığımız yüzyıl da düşünmeksizin tecrübe
Kentsel ayırmacılık donmuş bir statüko değildir, devletin "ilerleme", "güzelleştirme", hatta "yoksullara toplumsal adalet sağlama" namına düzenli müdahalelerde bulunarak müteahhitlere, yabancı yatırımcılara, seçkin kesime mensup ev sahiplerine ve işe daha rahat gidip gelmek isteyen çalışan orta sınıfa yeniden mekânsal sınırlar çizdiği bitmek bilmeyen bir toplumsal savaştır. Baron Haussmann'in fanatik yönetiminin hüküm sürdüğü 1860'ların Parisi'nde olduğu gibi, kentlerin yeniden imarı hâlâ özel kâr ile toplumsal denetimin eş- zamanlı olarak artırılmasını gerektirmektedir. Günümüzde yerinden edilen insanların sayısı muazzam boyutlardadır: Üçüncü Dünya'da her yıl yüzbinlerce, bazen milyonlarca yoksul (bunlar arasında gecekondu sakinleri olduğu kadar yasal kiracılar da vardır) mahallelerinden zorla tahliye edilmektedir. Bu nedenle yoksul kentliler göçmendirler, kent planlamacısı Tunde Agbola'nın memleketi Lagos taki insanların durumunu betimlerken söylediği gibi, "ebedi bir ye- niden iskân sürecinin geçici unsurlarıdırlar." Mike Davis
Sayfa 123 - Metis yayınları, çeviri: Gürol Koca, Ekim 2020Kitabı okudu
‘Açlık Oyunları’nın Politik Psikolojisi
‘Açlık Oyunları’ndaki (Hunger Games, 2012, 2013, 2014) devrim selamı (üç parmaklı selam), bugün Tayland’da askeri yönetimine karşı direnen gençlerin simgesi olmuş durumda. Kamusal alanda bu selamı vermek, gözaltı nedeni olabiliyor (Bangkok Post, 2014). Tayland’da ‘Açlık Oyunları’nın kimi gösterimleri siyasal nedenlerle iptal edilmiş durumda (the
Edebiyat ve Yürüyen Kadınlar
Kadınların edebiyatta varlık göstermelerinin toplumsal alana çıkmalarıyla, yani kentlerde yürüyebilir hale gelmeleri ile eş zamanlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Flanöz kavramının kökleri 1800'lerde erkek kılığına girerek Paris'te yürüyen
George Sand
George Sand
’a kadar dayanır. Romanın ortaya çıkışı ile birlikte kadınların o zamana kadar erkeklere ait olan sokakları talep ettiklerini görürüz. Gezginler, maceracılar, kaçaklar, göçmenler ve en önemlisi kentte yürüyen kadınlar Avrupa romanında boy göstermeye başlar.
Jane Austen
Jane Austen
,
Jean Rhys
Jean Rhys
,
Anais Nin
Anais Nin
,
Marguerite Duras
Marguerite Duras
,
Virginia Woolf
Virginia Woolf
,
Ingeborg Bachmann
Ingeborg Bachmann
,
Iris Murdoch
Iris Murdoch
gibi yazarların kendileri de iyi birer yürüyüşçüdür. Türk edebiyatında da, 1950'li yıllarda kentleşmenin hızlanması ile birlikte şehrin sokaklarında yürüyen kadın karakterlerin sayısı artar
Sevgi Soysal
Sevgi Soysal
'ın,
Adalet Ağaoğlu
Adalet Ağaoğlu
'nun,
Leyla Erbil
Leyla Erbil
'in roman kişileri bunların sadece birkaçıdır.
Reklam
«Hayalden yoksun olmayan her insan, az çok tarihle eş zamanlı olabilir, geçici ve çeşitli zamanları bir başka kılık ve ortamlarda düşünce halinde yaşayabilir. Düşüncesinde yaşattığı bu zaman bazen yüzlerce, binlerce yıl uzakta da olabilir. Fakat, uzak bir geçmiş bir insanın kendi gerçeğine, gerçek durumuna çok yakınsa, çok uzak bir geçmişteki acı olayları bütün benliği ile benzer şekilde bizzat yaşamışsa, bu, ancak bir mazlumdur, zamanın trajik bir kurbanıdır, çünkü o olayların seyrini ve bütün sonuçlarını önceden bilmektedir. Hiç bir şeyi değiştiremeyeceği için de ona sadece ıstırap çekmek kalır. Yaşanan o olaylarda asla gerçekleşmeyecek olan bir adalet kavramı için, kendi hayatını feda etmek kalır. Bununla beraber gerçeğin galebesini ta geçmişte bile görmeyi istemek, bu susamışlık, kutsaldır. Büyük fikirler böyle doğar ve nesiller arasındaki ruhanî bağ böyle kurulur, dokunur, örülür: Dünyanın mayası budur, bu sayede tecrübeler birikir ve sürekli olarak nesillere aktarılır. Ve bu sonsuz anışta, “iyi” ve “kötü” insanlığın sınırsız zaman ve mekânında, ayni dalgalar üzerinde yüzer giderler... İşte bunun için şöyle denmiştir: “Dün yaşayanlar bugün olanları bilemezler ama bugün yaşayanlar dün olanları bilirler ve yarın, bugünküler ‘dünküler’ gibi olacaklardır.” Şu da söylenmiştir: “Bugünküler dün olanları yaşıyor, eğer yarınkiler bugün olanları unutur, hatırlamazlarsa, bu, herkes için büyük bir felâket olacaktır...”»
Martha Nussbaum, Batı düşüncesinde merhamete karşı olumsuz bir eğilim olduğunu yazar. Merhamet, etik davranış için güvenilir bir rehber telakki edilmez. Merhametin gözü kördür, bilinç ve etik davranışa evrensel bir rehber olamayacak kadar özneldir. 'Zayıf'tır, bireyi adalet için sıkıdüzen çalışmaktan alıkoyar. Oysa yakın zamanlı bilimsel çalışmalar, merhametin ruhumuza adeta kodlanmış olduğunu, 'ayna sinir hücreleri'nin ötekinin ıstırabını yaşa(t)maya hazır beklediğini bize gösteriyor. Üstelik merhamet gayret ve çalışmayla da geliştirilebiliyor. Bu ahlaki duygu, anne ve babaların çocuklarına yeterli tepkiyi verdiği, onlarla oynadığı ve onlara dokunduğu ortamlarda daha fazla gelişiyor. Bir çocuk başkasına zarar vermemeyi şiar edinen bir empatik tarzı yine duygusal açıdan besleyici aile ortamından edinebiliyor. Akşam yemeğinde veya yatak başı masal veya hikayelerinde merhameti ana motif olarak sunmak, çocuklarda bu duygunun gelişimini hızlandırıyor. Merhamet kuvvetli bir duygu ve ihtiyaç/ıstırap içinde olanlara ruhumuzun frekansını ayarlayabilmemiz demek. Cesur eylemlerin kaynağı, hem sinir sistemlerimize gömülü, hem de genlerimize adeta şifrelenmiş durumda. İş, onu açığa çıkaracak doğru zeminleri, doğru eğitim programlarını ve eğitimleri sağlamakta.
Giriş: Psikanalik Politika Düşmanlığı
Oysa psikanalizin perspektifinden bakıldığında, iyi diye bir şey yoktur. İyi toplum yalnızca toplumdaki bireylerin çatışan arzuları yüzünden erişilmez değildir. Toplumsal çatışmayı rekabet halindeki bireysel arzuların bir arada var oluşuyla açıklamaya çalışan bir teori, toplumsal düzenin antagonistik doğasını layıkıyla düşünemez. Zira bireysel
Sayfa 20-1Kitabı okudu
Nüfus artışı, devleti daha büyük bir adalet sistemi oluşturmaya ve sürdürmeye mecbur bıraktı; kentlerin büyümesi ve kentteki toplumsal sorunların artması, yerel yönetimlerin de büyümesini getirdi. İster yeni ister eski olsun, devletin işlevleri giderek tam zamanlı çalışan maaşlı memurların, her devlette merkezi otorite tarafından istenildiği gibi görev yerleri değiştirilen ve terfi ettirilen yüksek görevlilerin oluşturduğu tek bir ulusal devlet hizmeti sistemi tarafından görülmeye başlandı.
Sayfa 211
Reklam
Bir New York polisini öldürmeye kalkmak, anakondaya yanar sigara değdirmeye benzer. Büyük bir öfke yaratır. Polis katillerinin peşini asla bırakmazlar. Onları asla unutmaz, asla bağışlamazlar. Kabakov’a yapılacak başarılı bir suikast ise -Adalet Bakanlığından gelen baskı ve diplomatik endişeler nedeniyle belediye başkanıyla emniyet müdürünün basın toplantısı yapmasına, Brooklyn yerel yöneticilerinin sert basın açıklamaları yapmasına ve yirmi otuz dedektifin tam zamanlı çabalarına yol açar. Polis memuru John Sullivan’ın boynuna saplanan iğne, beş ayrı bölgeden 30.000’den fazla polisin bu işin üstüne atlamaya hazır hâle gelmesini sağladı.
21 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.