“Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin…
Fedakarlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.”
Yaşlandıkça, yalnızca insanları anlama yeteneğin gelişmiyor, Tom; zamana dair bir içgörü de geliştiriyorsun. Herhalde sen daha o noktaya gelemedin ama zamanı iki yönlü görebilecek kadar de rin bir anlayışa ulaştığın anlar oluyor. Hem ileriyi hem de geriyi görüyorsun. 'Geleceği anlamak için önce geçmişi anlamak gerek' derken, işin aslını anladıklarını zannetmiyorum, Tom. Aslında gerçeği görebilirsin. Olduğu gibi değil. Bölük pörçük. Parçalar halinde. Tersine işleyen anılar gibi. Anladığım kadarıyla geçmişin bir kısmını unuttuğumuz gibi, geleceğin de bir bölümünü unutu yoruz. Ama ben yeteri kadar gördüm.
Neredeyse hayatımda okuduğum en sıkıcı kitap diyebileceğim seviyede, ana karakter bir şeyler yapıyor ama hiç bir nedeni yok bu nedenler sonrada açıklanmıyor bu yüzden bomboş bölümler ve olaylar okuyorsun. Karakter hastalıklı, kendine sürekli engel olmaya çalışan biri ama yaptığı şeylerin hiçbiri işine yaramıyor, sürekli aynı olaylar oluyor sanki, sürekli aynı hikayeyi farklı ağızdan dinliyormuş gibi. Çok sıkıcıydı son 100 sayfada sayfa atlamadan okumaya dayanamadım. Hayal kırıklığı halbuki dünya ve fikir beni içine çok çeken bir kurguyu ama o kadar sıkıcı yazılmış ki dayanabileceğimi zannetmiyorum
Genç ElitlerMarie Lu · Pegasus Yayınları · 20163,097 okunma
“Ben şunu savunuyorum: Atatürk diktatördü. Buna hayır diyen tarih bilmiyor demektir. Ama hürriyeti öğretebilmek için bazen diktatörlük gereklidir. Sen bin sene hürriyeti hiç tecrübe etmemiş bir topluma hürriyeti bir tercih olarak takdim edemezsin. Hüsrana uğrarsın. Bugün dahi Türk toplumunun hür olmayı öğrendiğini zannetmiyorum. Siyasi tercihler bunu gösteriyor. Lider arıyor, çoban arıyor kendine insanımız. Halbuki Atatürk, bundan kurtulun diyor. “Ben size hiçbir ayet, hiçbir doktrin bırakmıyorum, kafanızı kullanın. Probleminize göre çözüm getirin.”
Kitabı beğenmedim. Diğer okurlara tavsiye etmem. Ya çevirisi kötüydü ya da kitap gerçekten iyi değildi. Aklımda kalan bir tane bile doğru düzgün hikaye olmadı. Bize uzak bi kültür olmasıda hikaye zevki açısından tat vermemiş olabilir ama zannetmiyorum çok daha iyi öyküler okuyabilirsiniz bu kitapla vakit kaybetmeyin.
Dönüş kitabını hatırlattı. Aynı karakter veya mekan ekseninde geçen hikayelerdeki bağlılık bir romanda olduğundan daha fazla karakterleri benimsememe sebep oluyor sanki aralarında yaşıyormuşum gibi. Çoğunlukla Olive'in doğup büyüdüğü Crosby kasabasında geçen hikayelerde kendisi, ailesi ve hayatında bağ kurduğu farklı insanların hikayelerini okuyoruz. Olive bazı hikayelerde ana veya yan karakter bazılarında ise sadece adı geçen biri olarak karşımıza çıkıyor. Kasaba sakinleri keşkeleri ve pişmanlıklarıyla kendilerine ve ailelerine rağmen yaşamlarına devam etmeye ve çoğunlukla da yalnızlıkla mücadele etmeye çalışıyorlar. Bu hayatlara tanıklık ederken de yer yer açık sözlü ve karakterli biri olarak yer yer de inatçı, kaba ve bencil bir karakter olarak Olive'i görüyoruz. Olumlu ve olumsuz özellikleri ve hayatına dokunduğu insanlar ve ailesi üzerindeki etkisi onu gözümüzde büyütmemize de ondan nefret etmemize de neden olmuyor sadece hataları ve eksiklikleriyle bir insanın portresiyle karşılaşıyoruz. Kitapta birçok farklı karakter ve arka planda geçen hikaye var ama içlerinde ne kadar önemsiz görünenleri olsa da tek birinin bile kitaptan çıkarılabileceğini düşünemiyorum. Özellikle aile kavramı ve yalnızlık üzerine yeniden düşünmeme sebep oldu ve bu kitabı okuduktan sonra insanlar hakkında eskisi kadar kolay yargıya varabileceğimi zannetmiyorum. Güzel bir okuma deneyimiydi. Tavsiye ediyorum.