“ Bir zamanlar ufacık bir kelebek yaşarmış uçurumlarla çevrili bir dağ başında. Daha kozasından yeni çıkan yavru kelebek, minik kanatlarıyla uçmaya çalışırmış. Her kanat çırpışında yaşama sevinci akarmış üzerinden. Bir an önce uçup uzaklara gitmek istiyormuş. Hemen annesinin karşısına çıkıp durumu anlatmış. ‘Kısacık ömrümü dağ başında geçirmek istemiyorum, yeni yerler, farklı bitkiler tanımak istiyorum,’ demiş. Annesi, ‘ Olmaz, bizim ömrümüz zaten kısadır, uzaklara gidemezsin, üstelik burayı çevreleyen uçurumları aşamazsın. Düşersin uçurumdan, kırılırsın, incinirsin, ölürsün yavrucuğum,’ demiş. Yavru kelebek, ‘Ya yasakladığın uçurum benim uçurumumsa,’ demiş, ‘o uçurumda özgürlüğüm varsa, ben varım…’
‘Sonra, ölmeyece miyiz eninde sonunda? Ne fark eder burada ya da başka yerde?’ demiş ve uçuruma doğru kanat çırpmaya başlamış. Gözden kaybolana dek arkasından bakmış anne kelebek ve uzaklaşıp giden yavrusunun ardından son sözlerini söylemiş:
‘ Kendi göğünde doğmak için uzak bir yıldız misali, kendi uçurumundan düşmen gerekirmiş. Kaderin buymuş yavrum…’ “