Zekâ makineleri oluşturduğunda ,
onları zihin - madde , bilinçlilik ,
özgür irade ve benzeri konularda insan
kadar şaşkın ve inatçı gördüğümüzde
şaşırmamalıyız.
Benim Gibi Makineler,kurgusunu en çok sevdiğim Ian McEwan kitabı oldu.
Bu kez 1980’li yılların İngiltere’sine götürüyor bizi yazar.Alternatif bir tarihi kurgu yaratmış Ian McEwan.Kitapta, arka planda, Falkland Savaşı’nda yenilmiş bir İngiltere, seçimleri kaybetmiş bir Margaret Thatcher, çökmüş bir ekonomi, artan işsizlik, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma süreci yer alırken, 1954’te intihar ederek yaşamına son veren yapay zekâ çalışmalarının öncüsü kabul edilen, Alan Turing ise hâlen hayatta.
Roman kahramanlarından biri olarak da karşımıza çıkıyor ayrıca.
Yapay zekâ üzerine yaşanılan gelişmeler oldukça ileri düzeyde.
Roman ana karakterimiz, kendisine kalan yüklü bir miras sonucu, kısıtlı sayıda üretilen Âdemlerden birine ( 12 tane Âdem, 13 tane Havva üretilmiştir) sahip olur.Karakter özelliklerini sevgilisi ile belirleyen kahramanımız, gelişen olaylarla birlikte kendisini tam bir kaosun ortasında bulurken, okuyucu da yapay zekâ üzerine derin derin düşüncelere dalıyor.
Çok çok severek okudum Benim Gibi Makineleri.
Teknik Algı: Derin Öğrenme
༄ ༄ ༄
Algılama, tanımlama, kodlama ve depolama süreçlerin endüstrinin, ekonominin, toplumun, kültürün her veçhesinde teknik inovasyonun sıçramalarına bazen fark ederek bazen de fark etmeyerek, bir parçası olmuş durumdayız. Yükselen donanım ve yazılımlarla yapay sinir ağları ve derin öğrenme
“Kusura bakmayın ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseye hükmetmek, veya kimseyi yenmek istemiyorum. Elimden gelse, herkese yardım etmek isterim: Yahudi, dinsiz, kara tenli, beyaz tenli... Hepimiz birbirimize yardım etmek isteriz. İnsanlar böyledir…
Birbirimizin sefaletinin değil, mutluluğunun gölgesinde yaşamak
Geldik son kitabımıza... Nereden başlasam, nereyi taşlasam? Öncelikle SPOİLER uyarımı vereyim, malum bu üçüncü kitap. Bu biraz son kitap için biraz serinin geneli için kapsamlı bir yorum olacak, bilginize efenim.
Bu konuda his olarak çok iddialıyım. Elbette asla bilemem ama inancım şu yönde: İlk kitabı yazarken yazarın kafasındaki kurgu bu
Merhaba, bugün çok ilginç bir kitap hakkında inceleme yazacağım. Kitabı birkaç gün içinde okudum ve hiç sıkılmadım. Yazarların çok fazla araştırma yaptığını, pek çok pencereden olaya yaklaştığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kaynakça için tekrar baktığımda 16 sayfayı bunlara ayırdığını gördüm. Gerçekten muazzam.
Kitabımızın ismi “Makineler her
Bizim işimiz, sizin yalnız zekâlarınızı işlemekten ibaret değildir. Aynı zamanda kalplerinizi yoğurmaktır. Biz, sizin birtakım dersleri öğrenen zekâ makineleri olduğunuzu hiç düşünmedik.
Bizim işimiz, sizin yalnız zekâlarınızı işlemekten ibaret değildir. Aynı zamanda kalplerinizi yoğurmaktır. Biz,sizin birtakım dersleri öğrenen zeka makineleri olduğunuzu hiç düşünmedik.
Bizim işimiz sizin yalnız zekâlarınızı işlemekten ibaret değildir. Aynı zamanda kalplerinizi yoğurmaktır. Biz sizin bir takım dersleri öğrenen zekâ makineleri olduğunuzu hiç düşünmedik. Şahsiyet ve hâlleriniz bizim hünerimizin gerçek eseridir... Bize, "siz ne iş yapar ne vazife görürsünüz" diye soranlar olursa onlara sonsuz sevinçle içimiz taşarak, "Bizim vazifemiz karakter yapmaktır, şahsiyet yaratmaktır, diye cevap vermekle saadet buluruz."
Emotion Al (duygusal yapay zekâ), en derin duygularımıza göz atmayı hedefliyor, bunu yapacak
teknoloji de halihazırda mevcut ve genellikle pazarlama firmaları tarafından iş adayları hakkında daha fazla içgörü elde etmek için kullanılıyor. Bilgisayarlar yüz ifadelerini tanımlıyor ve makine öğrenimi ile ilgili kişinin bilinçaltında yatan duyguları tahmin ediliyor.
Her şeyin yapay, plastik, sanal ve dijital hâle geldiği bir çağda insanın özünden bahsetmek deli saçması gibi görülüyor. İnsanı artık içindeki asıl, öz, cevher ve hakikat üzerinden değil, ona dışarıdan eklenen arazlar, aygıtlar, implantlar, avatarlar, kullanıcı adları, kodlar, algoritmalar üzerinden tanımlıyoruz. İnsanı makineleştirirken, makineleri insanlaştırmaya çalışıyoruz. Yapay zekâ yoluyla “insandan daha üstün, daha süper” şeyler yaptığımızı sanıyoruz. Bu “şeyler”in ne olduğunu ve başımıza neler açacağını konuşmak istemiyoruz. Çünkü artık özün değil; yansımanın, görüntünün, zahirin, dışsallığın, yüzeyin hâkim olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
“Kusura bakmayın ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseye hükmetmek, veya kimseyi yenmek istemiyorum. Elimden gelse, herkese yardım etmek isterim: Yahudi, dinsiz, kara tenli, beyaz tenli... Hepimiz birbirimize yardım etmek isteriz. İnsanlar böyledir…
Birbirimizin sefaletinin değil, mutluluğunun gölgesinde yaşamak
1952 yılında yazılan bu distopya yazarın kendi sözleriyle “Konusunu, konusu güle oynaya Biz ’den araklanmış Cesur Yeni Dünya’dan güle oynaya arakladım,” … Distopyanın ortaya çıktığı 20. Yüzyıl ilk örnekleri olan Biz, Cesur Yeni Dünya, 1984’ün devam niteliğindedir. Savaşlarla gözünü açan 20. yüzyıl teknolojiyi ölümle birleştirmiştir. Savaş ile