“Ne kadar da bahtiyar edicidir, beni gözeten birisinin, halimi hatrımı, nerede olduğumu, ne yaptığımı soran, onun için varlığımla yokluğumun bir olmadığı birisinin mevcudiyeti!”
Genel manada arka kapağında yazılmış olan arkadaşlığa dair bütün sorulara yanıt verilmiş olsa da arkadaşlık gibi derin bir konu için cevaplar yüzeysel kalmış. Tabii ki
ne tesadüf, ben de aynı yazarın mutsuz olmak kitabına başlamıştım. muhtemelen bir sonraki okuyacağım kitap aynı yazarın arkadaşlıktaki saadete dair olacaktır. ellerinize sağlık hocam<3
Gerçek büyük şairlerin her dizesi zarif hakikatlerle yüklüdür, insanın yüce ve asil yanlarına seslenir. Onların tek bir dizesini bile, dünyayı o oranda yoksullaştırmadan şiirden çıkaramazsınız.
Demokritos ile psikolojiyi nasıl bağdaştırabilirim diye kendime sorarken bir fragmana denk geldim. fragmanda Demokritos zihnin ve ruhun yapısından bahsediyordu. ruhun ve zihnin bir olduğunu, ve bunların temelindeki oluşumun ilk madde ile bir olduğundan bahsediyordu. zihni oluşturan atomların ateşle birebir benzerliği de dikkat çekici bir özellik. belki de Sokrates öncesi filozoflar için yapılan en büyük eleştirilerden biri olan detay kazıcılığını ben de burada yapmaya çalışıyorumdur. bir an gaza gelip kendime has bir şeyler üretmeye çalışırken bunu çıkarmış olabilirim. bu biraz embarrasing olabilir, tabi bunu bir kenara bırakırsak, hareketliliğin ve düşünme kabiliyetin zihnin özelliklerinin olduğunu bir arkadaşım çıkıp bana söylese, zihnimin ampirik kısmı çıkıp beynimi tokatlayabilir. Zihin dediğin şey var mı bir kere, hadi onu geçtim, zihni bir tuttuğun ruh yaşar mı? bu da üretilen din zırvalıklarının arasında bir yer kaplamaz mı ki? varsa nerede? nasıl hareketi tam olarak açıklayabiliyorsun? hani her iskeletin, her eklemin hareket ettiricisi meleklerdi? tüm bunları yazarken bu karışıklığın sebebi kim diyorum. belki evlenip çocuk sahibi olunca daha basit dertlerim olabilirdi. sonuç olarak zihnin yapısının ruhla birleşimi ve atomlarının hareketli, küre olması beni hiç ilgilendiren bir mevzu değil, yine de yazıktırıveriyoruz işte.
Ters köşe olduğum bir kitap diyebilirim. sol kesimin Abdülhamid için görüşlerini biliyorum, hatta günümüzde bir espri var; “sen Abdülhamid’i savundun” diye… Ne yalan söyleyeyim hiç böyle bir kitap beklemiyordum. Daha önce yazarın yine sarayla ilgili engereğin gözü kitabını okumuştum, ve oha bunlar doğru olamaz demiştim. Abdülhamid’i anlatan bu kitabında da aynı şeyleri bekliyordum. Ama her romanını severek okuduğum yazar bu eserini yazarken bence Abdülhamid’e hayran olmuş. Abdülhamid’in saltanatından önce Avrupa seyahatinden, tahta çıkmasından, uyguladığı sansür, kurduğu hafiye teşkilatı, sürgüne gönderilmesi, orada yaşananlar, maiyeti, çocukları, hanımları, annesi ve onun rahatsızlıkları ile ilgili pek çok bilgi akıcı şekilde anlatımış. Bazı yerlerde gözlerim doldu, bazı yerlerde ağzım açık kaldı. Çok büyük sultanmış Abdülhamid. Kitap yayınlanmadan birkaç gün önce yazarın yayınevinin instagram sayfasında bir açıklaması vardı; “ bu kitabı ne sağcılar ne solcular kimse yalanlayamaz, çünkü kaynaklarım çok sağlam” demişti. Kitabın sonunda da yerli yabancı pek çok kaynak ismi verilmiş. O kaynaklardan bende bir kaç tane seçtim, ilerleyen zamanlarda okuyacağım. Okudukça ne kadar cahilim diyorum. Ben “kaplanın sırtında” kitabını çok beğendim, tavsiye ederim.