Hikâyenin İç Yüzü
Çoğunluk takıntılı bir adamın aşkı olarak yorumlasa da Kohen’in asıl anlatmak istediği çok daha derindi. Bu yalnızca madalyonun görünen yüzü iken, henüz manayı çözemeyenler yalnızca tutkulu bir aşk hikâyesi okuduğunu zannetti.
Kitap içeriğinde sanat, siyaset, din, bilim, aşk, nefret gibi soyut kavranan fakat gerçek hayatta bireyi şekillendiren birçok kavramdan dem vuruyor. Bireyin iç dünyasına yerleşen bu kavramlar, davranışlarına da yansıyor. Kitapta anlatılan 12 karakterin tamamı günlük hayatta bizi etkileyen soyut kavramlardan etkilenmiş ve davranışları ile tepkime oluşturuyorlar. Aslında üzerinde durulan yalnızca bir aşk hikâyesi değil, bu hikâyenin dâhil olduğu karakterlerin davranış biçimleri. Kohen, bir nevi bireyi ya da topluluğu belirleyen, yönlendiren düşünce, duygu ve davranış biçimlerinin tümünü ele almış, bir psikanaliz ortaya koymuştur. Kitabında psikoloji üzerinden gitmesinin sebebi bu olsa gerek, Fi içerisinde altın oran teriminin geçmesi, Can karakterinin bir psikiyatr olması, Doğru karakterinin sinirsel rahatsızlığı gibi birçok durum söz konusu.
devamı---->soylentidergi.com/azra-kohenin-de...
“Koridorda yürürken içimden çatırtılar duymaya başladım. Korktuğum başıma geliyordu. Kafatasımdan ayaklarıma kadar bütün kemiklerin sırasıyla kırıldığını hissediyordum. Bacaklarım tutmamaya başladı. Aklım yer sofrasında tepesinden yumruklanmak suretiyle zavallı bir soğan gibiydi. Cücüğüm sayesinde güç bela mutfak tezgahının önüne geldim. Toparlanmak için derhal bir şey yapmalıydım. Dolaptan rendeyi çıkartıp tezgahın üstüne koydum. Keskin bıçaklardan birini aldım ve kararlı hareketlerle önce kendimi küçük küçük parçalara ayırdım. Sonra bi güzel rendeledim. Dağılmayayım diye içime biraz un ve bal kattım. Kalıba döküp buzluğa attım. Birkaç dakika sonra hazırdım. Yeni iskeletim eskisinden bile iyi olmuştu. Dikkatlice giydim.”
“Hangi tesisatçı nasıl becermiş bilmiyorum ama evin zilini kalbimin içine yerleştirmişlerdi sanki o gün. Çalınca heyecandan yataktan düştü kalbim, kapıyı açabilmek için önce onu yerden alıp yerine takmam gerekti. Gülümseyerek karşıladım sevgilimi. Eski demeye dilim varmıyor. Dilimi uzatsam buradan dünyanın öbür ucuna varır ama ona eski demeye varmıyor. Çünkü yani hala çok aşığım ve zannediyorum bunu size birkaç kere daha hatırlatmak zorunda kalacağım. İyice aklınıza girsin, benimkinden hiç çıkmıyor.”
“Yapacak bir şey yoktu. Hayatın sonundaki o ince kırmızı hatta gelmiştim artık. Ama filmin en heyecanlı yerinde canım dondurma çekti. Ölmeden kendime bi güzellik yapayım dedim. Ne de olsa onca yıllık kendimdim. Sevimli de bi şey, kıyamıyor insan. “Al hadi al kerata”, deyip dondurmamı yedim. Sonra böyle bi serinlik geldi bana. Aşk acım filan geçti. İntihar etmekten vazgeçtim.”
Aylin Balboa’nın blogger kimliğini bir kitabın içerisine sığdırdığı eseri, Belki Bir Gün Uçarız oldu. 2014 yılında yayımlanan eserin ardından Balboa'nın blog takipçileri, kitabın bloğun aksine argo kelimeler içerdiğini fark etti.
Aylin Balboa’nın blogger kimliğini bir kitabın içerisine sığdırdığı eseri, Belki Bir Gün Uçarız oldu. 2014 yılında yayımlanan eserin ardından Balboa'nın blog takipçileri, kitabın bloğun aksine argo kelimeler içerdiğini fark etti. Yazar cesur ifadelerini o kadar yerinde kullanıyor ki, okurken gaza gelip siz de katılabiliyorsunuz, muhabbete.
Kitap bir insanın değil, her insanın mutsuzluğunu anlatıyor. Çok yalnızım, terk edildim diye de bağırmıyor; yalnızlıktan nasıl bir insan daha doğurulur, terk edilirken gurur nasıl ayaklar altına serilir, yere serilen gurur ayaklarını sıcak tutar mı, bunu anlatıyor.
Açıkçası kitabı anlatırken bile yazarın anlatımının üzerime yapıştığı bir eser, Belki Bir Gün Uçarız.
Dünya üzerinde yaşanmış tüm çağlarda öğrenilen bilgiler diğerine ışık tutsun, diye yazı ve çizim yoluyla geleceğe aktarıldı. Bu demek oluyor ki, yazı ile aktarılan öğretiler her çağın insanının kalbine yerleşen yegane bilgi.
Yaşadığımız bilgi toplumunun da en büyük aracı, farkında olmasak da sosyal medya üzerinden yazdıklarımız. İşte, iletim yolunun tamamen değiştiği bu yeni dünyayı titiz metaforlarla anlatan hikayemiz, Sinan Dizman’ın kaleminde can buluyor.
“Yazamamak, yaşamamaktır.”
Kova Çağı’na atıfta bulunan “Kader” eseri, içeriğinde insanlığın doğuşu ve savaşlarını ele alan kişiler ve olaylar barındırıyor. Bu olaylar ve kişiler her ne kadar hayali temsil edilse de, her biri tarihin kaydettiklerine göre akışa yerleştirilmiş. Bu nedenle kitabı okurken kendinizi bilmediğiniz bir dünyanın ortasında gibi hissediyorsunuz. Ancak aslında tam da yaşadığınız andasınız ve bulunduğunuz ana geliş yolculuğunuz satırların arasına sıkıştırılmış durumda.
Bu bir nevi geçmiş yaşamların, bizlerin ruhunda var olması, gibi tanımlanabilir. Kendinizi kitabın akışına bıraktığınızda ruhunuzun bilgiyle donatıldığını ve iyileştirildiğini gözlemleyeceksiniz.