İnsanoğluyla beraber kabirde ne ehli, ne malı, ne veledi ve ne makam ve rütbesi kalır. Onunla beraber ancak Allah'ın zikri kalır. Eğer hayattayken o zikir ile ünsiyet kazanmışsa kabirde onunla lezzetlenir, o anda kendisini dünyada iken Allah'ın zikrinden alıkoyan her şeyin sonu gelir ve böylece zikir ile baş başa kalır.
Çünkü bir şeyi seven dâima onu anar. Bir şeyi çok anan da sonunda onu sevmeye başlar, işte Allah Teâlâ'yı zikretmenin başlangıcı da böyledir. Kişi zikr olunan Allah ile ünsiyet peyda edip ona karşı kalbinde muhabbet hasıl oluncaya kadar biraz zorluk çeker. Sonra da O'nu anmadan duramaz hâle gelir.
Mücâhid demiştir ki "Evinden çıkan bir kimse, Bismillah dediği zaman, bir melek 'Hidâyete ulaştın' der. Tevekkeltü alấ'llah' dediği zaman, Allah Teâlâ Ben sana yeterim.' buyurur. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.' dediği zaman melek, Her tehlikeden kurtulmuş oldun.' der. Bunun üzerine şeytanlar: 'Hidâyete ulaşan, Allah kendisine kâfi olan ve Allah’ın himayesine giren bir kimseden daha ne umarsın'. diyerek yanından uzaklaşırlar.
Kur'ân, insanı ahlâkın en fazîletli noktasına eriştirir. Zira bütün ibadetler ve zikirler, güzel ahlâk ile kemâle erişir. Nitekim Hasan-ı Basri kendisini gıybet edene kötülükle mukâbele etmez, bilakis hediye göndererek günahlarını yükleneceği için teşekkür ederdi.