1831 yılında yayımlanan roman, fantastik diyebileceğimiz bir konuya sahip. Balzac’ı meşhur eden ilk eseri.
Kumarda tutkunu bir gencin (Raphael) hikayesi. “Bir oyun salonuna girdiğinizde, yasa öncelikle sizi başınızdaki şapkanızdan ederdi. Bu talep, Tanrı katından gönderilen kutsal kitabın bir buyruğu muydu? Yoksa sizi şimdiden bir rehin bırakmaya zorlayan şeytani bir sözleşme miydi? Belki de sizi, paranızı son kuruşuna kadar alacak zatların karşısında saygılı bir tavır sergilemeye yöneltmenin bir yoluydu?...” Böyle başlıyor hikâye. Kahramanımızın tesadüfen tanıştığı bir antikacının inanılması güç bir teklifi oluyor. Bin bir gece masallarından bir masal okuyacağınızı hissediyorsunuz bu teklif üzerine. Kaldı ki derinin arkasındaki yazı Arapça. Kendini yolun sonuna geldiğini düşünen bir insanın göze alabileceği bir maceradır başlıyor. Kazanırken kaybedilen bir hayat gerilimi…
Kısa yoldan zengin olma, ihtişamlı bir hayata sahip olma gibi tercihler yaparken nelerden vazgeçtiğimizi de göz önüne almamız gerekmez mi? Elde ettiğimiz zenginlik eğer bizi gerçek dostlardan mahrum edecekse, doğal olmayan, sürekli bir otokontrol ile yaşayacaksak, daha da korkuncu bu tercihimizden vazgeçme hakkını ilelebet kaybedeceksek? Romanın merkezinde yer alan konu; ihtiraslarımızın neden olduğu hayat biçiminin insanlık onuruyla bağdaşıp bağdaşmadığı meselesi.
Diğer taraftan; Balzac, ustaca hayat dersi verirken, kelimelerle resim yapabilen büyük bir yazar olduğunu bir daha ispatlıyor yaptığı tasvirlerle,