İlkokul son sınıfa geldiğimizde zenginlik bizim takıntımız haline geldi. Romanlardaki hazine avı misali zenginlikten konuşuyorduk. Şöyle diyorduk: Zengin olunca şunu yapacağız, bunu yapacağız. Bizi duyan da zenginliğin mahallenin bir yerinde gizli olduğunu sandığı açınca etrafa ışıltılar saçılacağını, sadece bizim onu bulmamızı beklediğini zannederdi. Sonra neden bilmem işler değişti ve biz eğitimi parayla bağdaştırdık. Çok iyi eğitim görmekle kitap yazacağımızı, kitapların bizi zengin edeceğini düşünmeye başladık. Zenginlik sayısız sandığa gizli altın para şıkırtısıydı ama oraya varmak için eğitim görmek ve kitap yazmak gerekiyordu.
Dünyamız böyle bir yerdi, öldürmekle ilgili kelimelerle doluydu: boğmaca, tetanos, lekeli humma, gaz, savaş, torna, enkaz, iş, bombardıman, bomba, verem, iltihap. Ömrüm boyunca bana eşlik etmiş pek çok korkuyu bu kelimelere ve o yıllara bağlıyorum.
Yukarı, aşağı sanki hep dehşet verici bir şeye doğru gidiyorduk; bu dehşet aslında bizden önce de orada yer alıyordu ama bizi, hep bizi bekleyip durmuştu.
Dördüncü merdiven dönemecinde Lila hiç beklenmedik biçimde davrandı. Durdu, beni bekledi ve yanına varınca elimi tuttu. Onun bu davranışı aramızdaki her şeyi sonsuza dek değiştirdi.