İnsanları tek tek, gerçek mahlûklar olarak görmeyen, onlara ortalıkta dönüp duran dolabın içinde birer kukla oldukları gözüyle bakan kimsenin ahlakı hiçbir zaman sahici olamayacaktır. Çünkü başkalarını birer "alet" kabul eden insan kendini de buna benzer bir durumda kabul ediyor demektir, belki kendine daha imtiyazlı bir yer vermekte, mahareti büyük, işleyişi daha seri bir alet olduğunu sanmaktadır, ama nihayet o da bir aygıt, insanlık avadanlığının bir parçasıdır.
Bir kez insanın bir makina, insanlık macerasının bir tiyatro olduğunu kabul ettik mi, kendimizin de maskeler takmış, gerçek kimliğini bir türlü ortaya koyamayan aktör ve aktristler olduğunu benimsemek zorunda kalırız. Böyle bir ortamda “ahlâklı” olmanın ne anlamı var? Eğer işler bizim mevcudiyetimizi de belirleyen bir düzen içinde akıp gidiyor ve biz ancak bize pay biçilmiş bir rolü oynamak mecburiyetinde isek "iyiyi", "doğruyu" yerine getirmemize ne gerek? Sistemin işleyişinin farkına varır ve bu anladığımızdan en yüksek menfaati elde etmeye çalışırız.