"O halde sen de kendini yargılarsın," dedi kral. "Bu en zorudur. Bir başkasını yargılamaktan daha zordur kendini yargılamak. Kendini yargılamayı becerebilirsen, gerçek bir bilgesin demektir."
Öncelikle kitap, hiçbir şeyi kafaya takmayın demiyor sadece gerekli olanlara takılın diyor. Herkesin sıkıntıları vardır önemli olan bunlarla nasıl başa çıkabildiğimizdir.
Hayattaki acılar yaptığımız hataları tekrarlamamak adına gereklidir. Bizdeki, sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi gibi.
Sorunlarımızı inkar etmemiz de, sorunlar karşısında çaresiz hissetmemiz de doğru değildir.Maalesef her şeye hakkımız yoktur örneğin; dümdüz bir karın istiyorsak bunun için bilinçli beslenmeli ve spor yapmalıyız, zengin olmak istiyorsak çalışmalıyız.
Bunun gibi konuların hikayelerle beslenmesi inandırıcılık açısından güzel olmuş. Ama kitap bana pek de bir şey kazandırmadı.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Stefan Zweıg’in okuduğum ilk kitabı ve kesinlikle son kitabı olmayacak.
Anlatımı gayet sade ve akıcı olan hikaye toplam 80 sayfadan oluşuyor. Çay keyfi yaparken bile okuyup bitireceğiniz cinsten.
On üç yaşındayken apartmanlarına taşınan bir roman yazarına hayranlık duyan genç bir kadını anlatıyor Zweig. İki yıl yazara komşuluk yapan genç kız gizli gizli onu izlemeye ve sadece onu düşünmeye başlıyor. Annesinin evlenmesiyle oradan taşınmak zorunda kalınca iki yıl boyunca ondan ayrı kalıyor . On yedi yaşında genç bir kadın olarak döndüğünde yazarın dikkatini çekiyor üç gecelik birlikteliklerin sonucunda hamile kalıyor ama yazar onu hatırlamıyor bile.Bir on yıl daha geçiyor yine bir beraberlik ve yine yazar için herhangi bir kadın. Oğullarının ölümü üzerine kadın, yazara duyduğu platonik aşkını anlatan bir mektup yazıyor öleceğini bildiği için…
Okuyunca bir insan kendine niye bunu yapar, böyle bir aşk var mı dedirtecek bir hikaye.
Kitap beni pek sarmadı, Polisiye romanlarından beklediğim ters köşe , heyecan , merak gibi unsurlara sahip değil kendisi. Katilin kitabın başından belli olduğu kitapları pek sevemiyorum ben. Sıradan bir kitaptı benim için. Ama yine de hakkını vermek gerek kitap sıkmıyor, akıp gidiyor.
Klasiklerden olması gözünüzü korkutmasın :) Çok sade ve akıcı bir dile sahip. Ben elimden bırakmak istemedim diyebilirim. İnsanlar çok tanıdık isimler Rusça olmasa bildiğin Ali amca Aşye teyze tadında.
Bir kaleye gönderilen 17 yaşındaki rus subayının saf aşkı,kendisine ve ailesine aşırı bağlı lalası, merhametli kalbinin karşılığında darağacından kurtuluşu ve Pugaçov isyanı (biraz fazla tesadüfler olsa da eğlenceli bir dille anlatılmış.
Klasikleri okumak isteyenler bu kitapla başlayabilir.
İçinde bulundukları duruma göre sürekli en iyi seçimleri yapanlar tıpki pokerde olduğu gibi hayatta da öne çıkarlar ve illa da en iyi kartları çekmiş olmaları gerekmez.
İnsanlar kendilerini davranışlarıyla değil sahip oldukları statü sembolleriyle ölçmeye başladıklarında, bu sadece sığ olmaları değil,sevimsiz insan olmaları anlamına da gelir.