Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mehmet Altay Çimen

Mehmet Altay Çimen
@AltayCMN
"Türk'ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!"
11 okur puanı
Aralık 2023 tarihinde katıldı
Son gün
Eşi Bayan Hayriye'den Talât'ın son gününü şöyle dinliyoruz: - O gün, yine her günkü gibi, kalktı, gitti. Saat ona doğru, eve döndüğü zaman: - Haydi... Hayriye, dedi. Seninle biraz dolaşalım. Hava almış olursun. Ben mutfakta yemek hazırlamakla meşguldüm: - Ben çıkmayayım, dedim. Hem yorgunum hem de yemeği hizmetçinin başına bırakmak istemiyorum. - Sen bilirsin, dedi. Fakat bir türlü evden çıkmak istemiyordu. Kapıya kadar birkaç kere gidip geldi ve her defasında titrek bir sesle: - Allah'a ısmarladık, diyor, sonra tekrar yanıma gelip uzun uzun gözlerimin içine bakıyordu. - Paşa, dedim, bugün sizin bir tuhaflığınız var. Çocuk mu oluyorsunuz Allah aşkınıza? Niçin gitmiyorsunuz? - Bilmiyorum Hayriye. İçimde bir sıkıntı var. Sen yanımda olmadıkça kendimi çok yalnız hissediyorum. Öyle söyleyerek kapıya doğru yürüdü. Ben de mutfağa döndüm. Aradan bilmem ne kadar zaman geçmişti. On dakika, belki daha fazla. Kapının zili üst üste çalındı. Hizmetçiler koşup açtılar. İçeriye ilk giren eski Selânik mebusu Nesim Mazelyah oldu. Arkasından Dr. Nazım, yüzü sapsarı, gözleri dehşetle dışarı fırlamış, içeri girdi. Nazım beni görünce tarif edilemeyecek bir heyecanla bağırdı: - Hayriye Hanım! Hayriye Hanım... Bu ses hâlâ zaman zaman beynimin içinde ürpertiler uyandırır. Dediği gibi koştuğumu ve: - Nazım Bey, korktuğum başıma geldi mi? diye sorduğumu hatırlamıyorum, düşüp bayılmışım.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
Vatan Vatan
İttihat ve Terakki Fırkası kendi kendini feshedince kaçmak lâzımdı. Fakat Talât vatan topraklarını bırakmak istemiyordu: - Saklanırım, beni nereden bulacaklar? Ben vatanımdan ayrı, uzak yaşayamam, vatandan uzak yaşamaktansa ölmek daha iyidir, diyordu. Merhumun eşi diyor ki: -"Vatan işgale uğradığı günlerde 108 kiloluk Talât Paşa, vatan, vatan diye birkaç haftada 90 kiloya düştü."
Sayfa 112Kitabı okudu
Göben ile Breslav Gelince
Doktor Akil Muhtar anlatıyor: 30 Teşrinievvel (Ekim) 1914 Cuma günü idi. Göben ve Breslav gemilerinin Karadeniz'e geçmesini müteakip Talât Paşa'yı görmüştüm. Çok üzüntülü bir hali vardı: - Doktorcuğum, bu işe ben de memnun olmadım. Bu vaka katiyen benim mâlumatım haricinde olmuştur. Zamanı değildi. Çok vakitsiz oldu. Ben şahsen muharebeye girmemiz ihtimalini ve mecbur olabileceğimizi daima düşünüyordum. Buna mümkünse mâni olmak ve herhalde uzağa atmak için çalışıyordum. Menfaatimizin buna bağlı olduğuna kani idim. Yapılacak pek çok iş daha vardı. Enver'in lüzumsuz bir acelesi bunu başımıza getirdi. Şimdi bize düşen iş, her türlü tedbiri almak ve vazifemizi yapmaktır.
Sayfa 110Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
O en büyük mevkiye yükseldiği zamanlar bile gurur ve azamet ne olduğunu bilmedi. Selânik'in Beyazkule kahvelerindeki Talât, o zamanki arkadaşları için ne idiyse, Dahiliye Nazırı Talât Bey, Sadrazam Talât Paşa da o halde kaldı. Talât'ın yanındakiler onun hiçbir şahsî düşüncesi, bir menfaat avcılığı olmadığını bilirlerdi. Vatan uğrunda her fedakârlığı göze alacağına, cesaretine ve azmine emin idiler. Onun için Talât'ı severler, sayarlar ve sözünü dinlerlerdi.
İttihat ve Terakki içinde hâkim bir nüfuz, kuvvetli bir yumruk, bir diktatör yoktu. İttihat ve Terakki içinde en geniş ve kat'î bir liberalizm ve bir müsavat hüküm sürüyordu. İtaat edecek olanlar bu itaatın lüzumuna kanaat getirmeli idiler. Ondan başka hiçbir şey itaata icbar edemezdi. Çünkü hep müsavi idiler, hep "kardeş" idiler.
Reklam
Eğer Talât olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. Meşrutiyet'ten sonraki devre hakkında benim kat'î kanaatim budur. Talât, İttihat ve Terakki'nin kubbe taşı, çimentosu ve temeli idi. Onun bitmek tükenmek bilmeyen sabrı ve tahammülü vardı. Herkes derdini ona dökmeye koşar, bütün şikâyetlerini ona anlatırdı. O herkesin nazını çekerdi. Kimini okşamak lâzımdı, kiminin yüzüne gülmek icap ederdi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mademki siz malûmatsız, tecrübesiz, hükümeti idare kabiliyetinden mahrum gençler idiniz, neden bu inkılabı yaptınız, neden padişahlığı yıktınız? diye bir mesuliyet yükletilebilir mi? Buna imkan görmüyoruz. İttihat ve Terakki'yi teşkil eden gençler vatanın maruz olduğu inkıraz felâketini yakından hissediyorlar ve buna mâni olmayı en kudsî bir vazife biliyorlardı. Memleketin bütün fenalıkları [nın] sarayın mutlak hükümetinden, kanunsuzluktan, kanuna riayetsizlikten, iltimas (kayırma) ve irtişadan (rüşvetten), cehaletten, orduya ve donanmaya ehemmiyet verilmemesinden halkın hak ve hürriyetini tanımamasından ileri geldiğine hükmediyorlardı.
Meşrutiyet vekayii (olayları) içinde mesuliyeti İttihat ve Terakki'ye muhakkak surette atfedilemeyecek vaka, Balkan Harbi felâketidir. Katiyen o kanaatteyim ki, İttihat ve Terakki hükümette olsaydı, Balkan Harbi bu suretle neticelenmezdi. Türk ordusunun bu kadar utandırıcı bir tarzda çarçabuk perişan olması ve bütün Rumeli'nin düşman tarafından çiğnenmesi imkansız bir şeydi.
İttihat ve Terakki rejiminden sonradır ki, bu memlekette Türkler, Türk'üz diyebildiler ve Türklerin de bu vatanda bir hakları olduğunu ileri sürebildiler. Osmanlı İmparatorluğu'nda kavm-i necip Arap'tan bahsolunurdu. Arnavutların necabetinden (soyluluğundan), şecaatinden (kahramanlığından) bahsolunurdu. Fakat Türk'ün adı geçmezdi. Osmanlı İmparatorluğu Müslim unsurlar arasında hiç fark gözetmemişti. Saray, Babıâli, ordu, maarif, idare bütün bu unsurlara müsavi (eşit) surette açıktı ve padişahların bu müsaadekâr telâkkisinden en çok istifade eden onlardı. Padişahın en yakın muhafızları Arnavut ve Arap taburları idi. Bunların bütün efradı memleketlerindeki akraba ve taallukatları (yakınları) için birer lütuf ve âtıfet (cömertlik) kaynağı kesilmişti. Yalnız Türk köylüsü idi ki, muazzam vergi vermek, askerlik hizmeti görmek gibi vatanî yükleri sessiz ve şikâyetsiz yükleniyordu.
Yüzlerce senelik bir inhitat devresi geçirmekte olan Osmanlı İmparatorluğu artık son inhitat safhasına girmiş gibi görünüyordu. Makedonya'daki isyan ve ayrılma hareketi her gün biraz daha vahamet kesbediyordu. Bulgar, Rum, Sırp, Ulah unsurları hep çarpışıyorlar, memlekette umumî ve derin bir asayişsizlik doğuruyorlardı. Türk topraklarında bir Hristiyan köylünün başına gelen en küçük bir zabıta vakası, ecnebi memleketlerde alâkadar propaganda makinelerinin elinde Türk idaresinin zulmünden, taassubundan bahsetmek için vesile teşkil ediyordu.
Reklam
Türk'ün öteden beri kendisinden hiç ayırt etmediği, hatta büyük bir hürmetle göğsüne bastığı Araplar ve Arnavutlar din bağlarını bir tarafa bırakarak milliyet fikrinin propagandacılarına kapılıyorlar ve Türk'ün idaresi altında kalmamak istiyorlardı. Onlara bile güvenilemeyince dışarıda müstakil ve hür bir anavatan bulmuş gibi görünen diğer unsurlardan sadakat nasıl beklenebilirdi? Ve bu tehlike karşısında Türk'ün kendi hayatını kurtarmak tedbirlerini düşünmesinden tabiî ne olabilirdi? İttihat ve Terakki işte Türk'ün bu zor dakikalarda ruhundan kopan bir müdafaa-i nefs hamlesi idi. İttihat ve Terakki paylaşılmak üzere bulunan bir vatanı kurtarmak için milletin içinde vücut bulmuş bir isyan ve fedakârlık mahsulü idi. Kendisini kurtarmak isteyen Türk, İttihat ve Terakki bayrağı altında toplanıyor, mücadele ediyordu.
İttihat ve Terakki mensupları içinde harpten sonra Anadolu'nun millî mücadelesine muhalefet etmiş bir tek kimsenin mevcudiyetinden haberdar değilim. Anadolu'da İttihat ve Terakki teşkilatı namına harpten sonra ne kalmışsa hepsi millî mücadele şeflerinin emri altına koşmuşlar ve vatanı kurtarma hareketinde halis bir vatan çocuğu sıfatıyla fedakârlıkta bulunmuşlardır.
Savaştan sonra materyalizm yeniden güç kazanmaya başladı. Ve İtalya'yı anarşiye doğru itti. Bu karşılığa ve moral çürümeye idealistler, eski askerler, milliyetçiler ve diğer gruplar karşı geldiler. Bunlar Mussolini'de aradıklarını buldular. Daha baştan itibaren faşizm, hareket (aksiyon) taraftarı bir felsefe olmuştu. 1921-1922 yılları faşist mangalarının (Kara Gömleklilerin) hareketlerine şahit oldu. Faşist mangaları eski rejimin kanunlarını hiçe saydılar. Çünkü bu rejim, faşizmin özlediği millî devletle uyuşmuyordu. Kaldırılması mutlaka gerekiyordu. 1922 Roma yürüyüşünden sonra faşizm artık devletle savaş halinde değildi. Çünkü faşizm bizzat devlet olmuş, Mussolini ve partisi iktidara gelmişti... (Çağdaş Siyasal Doktrinler - Bülent Dâver)
Sayfa 173Kitabı okudu
Faşizm gibi nasyonal sosyalizm de eşitçi demokrasiye ve genel oy sistemine karşıdır. Mussolini büyük sayının hâkimiyetini daima reddetmiştir. Ona göre "Faşizm, sayının sırf sayı olmak yüzünden toplumları yönetme hakkı vereceğini kabul etmez. Sayının belli dönemlerde yapılan seçimlerle toplum yöneticilerini ortaya çıkaracağını inkâr eder. Faşizm, düzeltilemez, verimli eşitsizliğe inanır." Hitler de bu konuda şöyle demektedir: "Seçimlerle bir büyük adamı ortayı çıkarmak bir deveyi iğne deliğinden geçirmekten daha zordur... Tarihi yapanlar sadece azınlıklardır." Elitizm: Mussolini gibi Hitler de elitizmi savunur. Yani en iyi yönetimin kendi kendini seçmiş üstün yetenekli, seçkinler yönetimi olduğuna inanır. Ancak, Mussolini elitleri Pareto'nun anladığı mânâda seçkin yönetici grup olarak kabul ederken, Hitler daha çok elit ırk (Cermen, Aryen ırkı) kavramı üzerinde durmuştur. Devletin Yüceltilmesi Faşizm de, nasyonal sosyalizm de genellikle devleti yüceltmişlerdir. Ancak Mussolini'de devletin yüceltilmesi devlete tapma ve devlet dini (kültür) yaratma derecesine varırken Hitler'in öğretisi devleti halkın (volk) yani ırksal birliğin buyruğunda bir amaç olarak görür. Hitler için önemli olan "Halk devleti" (Herrenvolk) dir. (Bülent Dâver - Çağdaş Siyasal Doktrinler, s.116)
Sayfa 169Kitabı okudu
Mukan Kağan
19 yıl kadar uzunca sayılabilecek bir süre kağanlık tahtında oturan Mukan Kağan, kişisel karakteri hakkında Çin kaynaklarında en çok bilgi verilen Gök Türk hükümdarıdır. Bunun sebebi Çin tarihinde bıraktığı derin izler olup, hatırası ve etkisi daha sonraki devirlere yansımıştır. Zaten Bilge Kağan da yazıtlarda ondan övgüyle söz eder. Onun zamanında Gök Türk Kağanlığı Karadeniz'den Büyük Okyanus'a kadar uzanabilmiştir. Kendisinin kırlangıç kalesi (yen-tou) anlamına gelen bir ünvanı daha vardı. Yaptığı karizmatik etkiden dolayı biraz etkileyici tarif edilmiştir. Yüzünün genişliği 30 cm olarak belirtilmişti. Yine anlatıldığına göre yüzünün rengi çok kızıldı. Olağanüstü cesur bir kişiliğe sahip olduğu ifade edilir. Gözlerinin donuk cam renginde olduğu da açıklanmıştır. Askerî işlerde ve savaşla ilgili bütün mücadelelerde çok haşin davrandığı bildirilir. Ayrıca çok iyi bir komutan oluşu da dikkat çekicidir. Savaş taktiklerini çok iyi bilmesi özellikle vurgulanmıştır. Nitekim ordusunu mükemmel yönettiği yönündeki ifadeler bütün bu özelliklerinin sonucudur. Çin'in dışındaki bütün ülkelerin ona itaat ettiği yazılıdır.
Sayfa 26
63 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.