Sefalet ve zorluklar diğerlerinin hafızasını kötü etkiliyor olabilir. Geçmişle, çoğunlukla bir tür miskinlik halinde yüzleşirler. Ne yapacaklarını bilmeden, geçmişi garip bir gülümsemeyle başlarından savarlar.
Tüm insanlar aynıdır: Kendileri bir başkasının cebinde alırken yüzleri aydınlanır, gülümserler, ama kaybetme sırası onlara geldiğinde yastaymış gibi ağlarlar.
Tarlayı yalnız başına sürdüğünü anlamasından korkuyorum, bu yüzden onu kandırmak için birkaç tane isim sayıyorum. Etrafında, diğer öküzlerin de onunla beraber tarlayı sürdüğünü duyunca üzülmez, daha verimli çalışır.
Zaman zaman gazetelerde, dergilerde ve biyografi sözlüklerinde hayatımı anlatan yazılarla karşılaşıyorum. Bu yazılardan sosyoloji çalışmak için serseri olduğumu öğreniyorum. Bu, biyografi yazarlarının nezaketini ve düşünceliliğini gösterse de doğru değildir. Bir serseri oldum çünkü bu hayat benim içimdeydi ve kanımda beni rahat bırakmayan bir yolculuk yapma tutkusu vardı. Sosyoloji tamamen rastlantısaldı; daha sonra geldi, tıpkı suya dalmanın ardından ıslanmanın gelmesi gibi “Yola” düştüm çünkü kendimi bundan alıkoyamıyordum; çünkü cebimde tren parası yoktu; çünkü hayatım boyunca "aynı vardiya"da çalışacak şekilde yaratılmamıştım; çünkü yollara düşmek, düşmemekten daha kolaydı. O zamanlar Yitik Cennet'i okumamıştım ve daha sonra Milton'un "Cehennemde krallık cennette hizmetçilikten iyidir" sözlerini okuduğumda büyük akılların aynı kanallarda yürüdüklerine tamamen inandım.
1 saat önceki kadın unutulmuştu. O sayfa okunmuş ve çevrilmişti. Şimdi bu yeni sayfayla meşguldüm ve lokomotif bayırda düdük çaldığında bu sayfa da bitecek ve yenisi başlayacaktı. Böylece hayat kitabı devam eder. Sayfa üstüne sayfa ve insan gençken sayfaların sonu gelmez.