•”Gözlerin bir dili varsa, dünyanın en ahmak insanı bile, ona tutulduğumu anlayabilirdi.” •”Ruhlarımızın neyle yoğrulduğunu bilmiyorum ama onunkiyle benimki aynı hamurdan.”
Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Güneş onu yakıp kavurur. O da Tanrı'ya yakarır keşke güneş olsaydım diye. "Ol" der tanrı. Güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir örter güneşi, Hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "ol" der tanrı. Bulut olur.
Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Rüzgâr olmak ister bu kez. ona da "ol" der tanrı. Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Oradan eser buradan eser, kaya bana mısın demez! Bildiniz, tanrı kaya olmasına da izin verir. Dİmdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı. Bir sabah sırtında bir acı ile uyanır. Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. Kaderini sev belki seninki en iyisidir.
“Ama insan kendi türdeşleri için de bir afete dönüşmüştür. [...] İnsan bir depremden daha kötüdür artık. Her halükârda daha fazla yıkıma yol açar. Bir süredir insanın korkunçlukta doğal felaketleri geçtiğini düşünmüyor musunuz?” ⠀
⠀
bu, kaybedilmiş olan için duyulan bir korku değil. Kaybedilen, duvardaki yerini aldı bile. kaybedilen, çoktan kilitli kapıların ardında. korku, hala kaybedilecek olan için.
“Alexander, huzur bulunduğum tek bir yer var. Orada uyuyor, orada uyanıyor, orada huzur buluyor ve sevildiğimi orada hissediyorum; orası senin kollarının arası...”
"Tatişya, bundan daha zor bir şey olabilir mi? Senin özlemin sabahın erken saatlerinde vücudumda bir ağrıyla başlıyor ve gözlerimi tekrar kapayana kadar geçmiyor. Yemeğini güzel yemeyi unutma sıcak kurabiyem, gece güneşim. Avuç içini benim için öp ve kalbinin üzerine bastır.”