Bir fincan kahve; loş bir oda, yarı kapalı gözlerle içilen, kokusu içe işleyen bir sigara... Hayattan bu gerçeklikten başka talebim yoktur, bir de düşlerimden... az mı bu? bilmiyorum. Hem az nedir, çok nedir, onu biliyor muyum?
Hepsi bu... Biraz güneş, biraz meltem, uzakları süsleyen üç beş ağaç, mutlu olma arzusu, geçip giden günlerin melankolisi, hep belirsiz kalan bilim ve bir türlü yakalayamadığımız gerçeklik... Hepsi bu- hayır, hepsi bu...
Taşkın dış hayatla, hissetmeyi ya da düşünmeyi bilmeksizin hissettiklerim, düşündüklerim – sonsuza dek mezarsız bırakılmış duygularımın cesedi arasındaki fark fazlasıyla şiddetli. Adına evren denen bu şekilsiz vatanda, doğrudan bana baskı yapmasa da varlığımın birtakım gizli ilkelerine saldıran zorba bir düzende yaşıyor gibiyim.
Acı çektiğimiz anlarda, insanoğlunun ıstırabı bize sonsuz gelir. Ama insanoğlunun acısı sonsuz değildir, çünkü insana ait olan hiçbir şey sonsuz değildir, geniş düşünüldüğünde bizim acımızın da, bizim olmak dışında herhangi bir değeri yoktur.