Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dilek

Karakter yoksunu!
O Burhanettin Bey gibi azılı mirasyediler, senin gibi masum, saf, taze, güzel çocukları nasıl ele geçirecek? Feride, sana tertipledikleri planı ben tamamıyla anlıyorum. Bu Burhanettin Bey, babasından kalan serveti birçok biçare kadınları iğfal etmek, birçok aile çocuklarını yakmak için israf etmiş bir ihtiyar çapkındır. Bütün Ç.’nin, güzelliğinden bahsettiği bir genç kızı ele geçirmek, onun için bir izzetinefis meselesi oldu.
Sayfa 197Kitabı okudu
Reklam
Küstahlık
-Feride Hanım, dedi, siz bizi çok yanlış anladınız, emin olunuz ki, kimsenin size karşı fena bir niyeti yoktu. Sadece ikram etmek, bir bağ eğlencesi göstermek istemiştik. İstanbul’da terbiye görmüş, sonra mesela birkaç gün evvel arkadaşlarımızdan biriyle konuşmakta bir beis görmemiş bir küçükhanımın bu kadar vahşi tabiatlı olacağını nasıl tahmin ederdik? Tekrar temin ederim ki, size karşı bir fena niyet yoktu. Mamafih, üzüldüğünüz için sizden af rica ederim.
Sayfa 196Kitabı okudu
Bir kanepede yan yana oturan Nazmiye ile nişanlısı, gittikçe daha ziyade birbirlerine sokuluyorlardı. Yavaş yavaş onlara arkamı çevirdim. Bunlar çok adi ruhlu insanlardı, iki yabancının önünde, sinemadaki o çirkin aşk sahnelerinden birini oynar gibi çekinmeden, utanmadan baş başa... Evet, bunlar çok adi ve fena insanlardı
Sayfa 193Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Genç zabit, o güzel ve cüretkâr sükûnunu muhafaza edemedi. Hakkı da yok mu ya? Küçük iptidaiye hocası birkaç gün evvel amele kıyafetinde gördüğü bir şahsı, bugün güneş gibi parlak, peri masalı şehzadeleri gibi güzel ve muhteşem görür de heyecanından bayılmaz; bu, akla sığar şey mi?
Sayfa 186Kitabı okudu
-Hanımefendi, yine tekrar ediyorum ki, İhsan Bey, güzel ve değerli bir genç, fakat aramızda bir izdivaç ihtimalini aklımdan, yahut kalbimden geçirmiş olsaydım, bu meziyetlerini açıktan açığa söyleyebilir miydim efendim? Bu, bir genç kız için biraz fazla serbestlik olmaz mıydı?
Sayfa 187Kitabı okudu
Reklam
Hülasa, küçük, ehemmiyetsiz, iptidaiye hocası kaybolmuş: “Dam dö Siyon”un en zarif lakırdıcı muallimlerini ağlamaklı eden zalim Çalıkuşu, bütün haşarılığı, alaycılığı ile yeniden doğmuştu
Sayfa 184Kitabı okudu
Bazılarına had bildirmek gerek
O bir mürebbiye, ben bir mektep hocası olduğum için kendisini benimle kapı yoldaşı farz ediyordu.Benimle gizli bir mücadeleye girişmeyi, bir meslek mecburiyeti bildi. Fakat, bu maskarayı öyle bozdum ki... Türkçe derdini anlatmaktan aciz kalıyor, “Türkçe iyi anlatamıyorum” diye kurtulmak istiyordu. Ben, o vakit, Fransızca söylemeye başlıyor; bu defa Fransızcasıyla eğleniyordum.
Sayfa 184Kitabı okudu
Kim görgüsüz tartışmasız belli!
Bu salon, kibarlık ve zevkten ziyade paranın bin türlü pahalı eşya ile doldurulduğu bir nevi manifaturacı camekânı idi. Hanımcıklar, senelerden beri birer manken ölülüğüyle bu salonda oturuyorlar, Ç.’nin zavallı görgüsüz kadınlarını hayretlere düşürmekten zevk alıyorlardı.
Sayfa 183Kitabı okudu
Hele yemekte onlara o kadar gizli eziyetler ettim ki... Bu mükemmel, zengin sofrasında, kim bilir, kaç kişinin lokması boğazında kalmıştı? Kim bilir kaç misafir, çatal bıçak kullanmasını beceremedikleri için gizli gizli ter dökmüş, kaç biçare, nasıl alınacağını nasıl yeneceğim bilmediği bir yemeği reddetmek mecburiyetinde kalmıştı? Bugün hep onların intikamını aldım. Öyle becerikli, ahenkli hareketim vardı ki, hanımlar göz ucuyla, hayran hayran bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Ben de ara sıra onlara bakıyordum. Fakat nazarlarım,onların elindeki çatalı titretiyor, boğazlarını tıkıyor, su içmelerini şaşırtıyordu.
Sayfa 183Kitabı okudu
Serbest ve afacan cüretimle yavaş yavaş bu salona sahip oluyor, kendilerini acemi, beceriksiz bir misafir mevkiinde bırakıyordum. Bu kaba ve gülünç komedyayı oynarken tabiilikten çıkmamaya, oyunumu belli etmemeye gayret ettim. Her ne gösterdiler, ne söylediler, ne yaptılarsa beğenmediğimi hissettirdim. Hem de onlara, zavallılıklarını, görgüsüzlüklerini derin derin, acı acı duyurmak şartıyla.Mesela, paşanın büyük kızı, bana tabloları gösteriyordu; ben, bunların adi şeyler olduğunu nazik ve üstü örtülü kelimelerle söyledikten sonra, bir köşede bir minyatür buluyor, salonda yegâne bir sanat eseri olan bu güzel şeyin niçin buraya atıldığını soruyordum. Hülasa, hiçbir debdebelerine hayret etmedim. Her şeylerini tenkit ettim.
Sayfa 183Kitabı okudu
Reklam
Ya tabi yirmi yaş çook, geç kaldın
-Gelin olsan bile herhâlde yirmi yaşına kadar vakit var. -Yirmi yaş çok değil mi abacığım. -O halde on dokuz, haydi nihayet on sekiz. Cevap vermiyorsun ama, gülüyorsun. “Ben biliyorum” demek ister gibi sinsi sinsi gülüyorsun. Vallahi, on sekizden aşağı olmaz. Afacan gülüyor, pazarlığımla eğleniyordu. Utanmasam hüngür hüngür ağlayacaktım. Sarı insanların hepsi vefasız oluyor, hepsi insanı başka türlü üzüyor.
Bu yalnızlığın acısı şimdiden içime çökmüş gibi gözlerim doluyordu. Munise’nin bir kelime ile beni teselli etmesi için halimle, bakışlarımla adeta yalvarıyordum. Fakat hain kız, dudaklarını büktü. -Ne yapalım abacığım, âdet böyle, dedi. -Demek, bir yabancının karısı olmak için beni bırakacaksın? Munise cevap vermedi, sadece güldü. Fakat ne gülüş! Zalim, şimdiden onu benden ziyade seviyordu.
Sayfa 181Kitabı okudu
Fakat insan, daima gözünün önünde duran şeylerdeki değişikliği fark edemiyor.
Sayfa 180Kitabı okudu
İmtihân dendiğinde Üstâd Bediüzzaman’ın bu sözü aklınıza gelsin; “Defalarca eleklerden eleneceksiniz, altın mısınız, bakır mısınız ?”diye...
4.947 öğeden 4.696 ile 4.710 arasındakiler gösteriliyor.