İnsan kendi huzuruna sahip çıkabilmek için başkasının huzursuzluğundan beslenebiliyordu demek. Fakirin kuru ekmeğine bakıp, kendi yavan ekmeğini öpüp başının üstüne koyuyor, ziyafetteymiş hissine kapılabiliyordu.
Giderek eskiyorum. Dolabın köşesinde unutulmuş bir hırka gibi. Saf yün, sağlam örgü ama iklim o kadar ısınmış ki lüzumlu değil. Belki senede bir iki gün, bir kış akşamı lazım olur, onda da olmasa da olur.
Öyle oluyoruz yavaş yavaş. Kılıçlar kında, oyunlar hatıralarda, yün hırkalar dolapta. Yorgunuz. Buzdolabının biteviye sesi kadar sinir bozucuyuz. Eğer kalan bir parça hatrımızı yer ile yeksan etmek istemiyorsak daha sessiz olmalıyız.
Bir aşk daha vardır ki burada mâşuk, âşığının kendisiyle vuslatını, gayrısıyla hoş geçinmeye bağlamıştır. Bu yüzden âşık kendini dünyaya kapatamaz. Çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, toprağı, suyu, konuyu, komşuyu sevmesi şarttır bu aşkta. Yoksa varamaz.
Utanmayı unutmamakla avunuyoruz şimdilik. Yüreğimizi tüm yeryüzüne açmayı, Kudüs’ten başlayarak kanat çırpmayı öğreniyoruz. Çocuklarla uçmak için cennete.