Şu sıralar bunun üzerine düşünüyorum. Çünkü son zamanlarda çoğunlukla peşine düştüğüm hedeflerimin gerektirdiği sorumluluklardan kaçar oldum. Bu noktada baktığımda kendime şu soruları soruyorum:
Hedeflerim ve hayallerim mi değişti? Cevap verecek olursam hayır.
Peki değişmediyse beni onlara götürecek davranışlardan neden kaçınıyorum?
Bu soruda tıkanıp kalıyordum.
Bir arkadaşımla hayat gayemizi aramak üzerine konuşurken "Aramak öylesine içten olmalı öylesine derin olmalı ki tam anlamı ile inanmış olmalı insan, inanmayan mânâ aramayan yola çıksa yolda ne bulacaktır koca bir hiç." gibi bir cümle kurmuştu. Aslında toparlayacak olursam eksik parça sanırım inanmaktı. Evet hedeflerim var, bu hedeflere gitmek istiyorum. Peki inanıyor muyum?
Muallak.
Ordan bir soru daha beliriveriyor. Peki nasıl inanacağım, doğru zaman ne zaman?
Arkadaşımdan bir cevap daha beliriyor: "Arayıp bulamamaktan yola çıkacak olursak yeni bir hayale umutsuz oluruz, umutsuz olursak inançsız oluruz, inançsız olursak başarılı olamayız. Peki doğru zaman ne zaman? Kendinden emin olduğun zaman, inandığın zamandır."
Yine kendimden çıkıp kendime döndüğüm bir döngü....
Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
...
Oscar Wılde'ın kitabında "Biz mutluyken her zaman iyiyizdir fakat iyi iken her zaman mutlu değilizdir." diye bir söz okumuştum. Wılde iyilik halini devamında şöyle tanımlıyor "İyi olmak, birisinin kendisi ile uyum içinde olmasıdır."
Aslında burada yan ürünün ana maddesi, var olan iyilik hali. Bizler belki de bunu fark edemiyoruz. Hammadde olarak mutluluğu görüp pozitifliğin sürekliliğini arzuluyoruz. Oysa ki iyilik halinin bize getirisi olan kendimiziz tüm boyutlarıyla, en geniş haliyle.
Bazen kalbimin bir heycanı daha kaldıramayacak kadar yorgun olduğunu hissediyorum ama bir yandan da içim içime sığmıyor.
Kimi zaman da sorgusuz sualsiz bir şekilde insanları dinlemek isterken sanki onlarda kalacak bir yerim yokmuş gibi de hissediyorum. Söylemezsem de içim içime çarpıyor.
Özetle çoğu zaman ne kendime aidim ne de bir başkasına.