İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettigim bu nevi söz ve fillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki seytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve
kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık gorüyordum. Halbuki ne seytani azizim, ne seytani? Bu bizim gururumuzun, salakligimizin uydurmas... Içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde seytan yok... içimizde aciz var... Tembellik var... Iradesizlik, bilgisizlik ve bunlarin hepsinden daha korkunç bir sey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadi var... Hiçbir sey üzerinde düşünmeye,
hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle
kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz
biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati mechul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.