1974'te Ömer Öztürkmen, Bu Ülke yayımlandığında bir tanıtım yazısı yazdı. Orada kurduğu çok hoş, hiç tartışılmayıcak kadar doğru bir cümle var: “Bu Ülke, 150 yıldan beri bir saralılar kafilesi hâlinde kendi kültür ve medeniyetlerinden kopup Batı'ya sığınan Tanzimat ve Cumhuriyet devrim aydınlarının hazin macerasıdır. Bu kitap 150 yıl sonra da olsa Türk düşüncesinin haysiyetini kurtarmıştır. Bu Ülke harika bir üslup, temiz ve sağlam Türkçesiyle Türk nesrinde Cumhuriyet devrinin bir şaheseri olarak övülmeye değer bir eser. Türk düşünce tarihi ise bu kitapla bir haysiyet mücadelesi vermiştir.”
“Eğer İstanbul fethedilmeseydi ve Osmanlı güçlenerek tarih sahnesine çıkmasaydı, İslam medeniyeti sanki yok olmanın eşiğine gelmek üzere gibiydi.”
Tarih felsefecisi Arnold Toynbee
Tanzimat'tan itibaren Cumhuriyet'e gelen süreçte yaşanan şey kendinden şüphe. Cumhuriyet'ten itibaren yaşadığımız şey ise kendini inkâr, Kendini inkâr eden, kendini terk eden nasıl başkasına bir şey söyleyecek? Nasıl “Kendine gel!” diyecek?
Akif"i anlamak aslında imkânlarımızı ve zaaflarımızı, önümüzdeki entelektüel fikri tıkanmayı, o tıkanmayı nasıl aşabileceğimizi anlayabilmemiz açısından önemli. Bizim İslam'ın perspektifiyle dünyanın sorunlarını anlamaya, anlamlandırmaya çalışmamız lazım. İslam'a nüfuz edebilmemiz lazım. İslam'a nüfuz edemiyoruz. Zihnimiz sekülerleşmiş durumda. Biraz önce de söylediğim gibi zihnimiz Müslümanca işlemiyor, çünkü zihnimiz çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşmüş durumda. Bütün Tanzimat, Meşrutiyet aydınlarının sorunu bu. Çumhuriyet aydınlarında bu sorun en yıkıcı sorun hâline geldi. O yüzden Batılı perspektiflerle İslam'a bakıyoruz ve bunda bir sakınca görmüyoruz. Terakkiyi yani ilerlemeyi yani Batı'yı, elbette ki Avrupa'yı) kutsuyor adam, farkında değil. Ne kadar buyuk bir entelektüel saldırıyla karşı karşıya olduğunu gösterıyor bu.