Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yakup Özel

Yakup Özel
@Gidemedimki
Canız ten-i dildadeye cananız hem Hem bir kara küfr içre pür imanız hem! Hem hançeriz elhak akan kanız hem Hem neş’e perest bülbülü nalânız hem
genel cerrahi uzman doktor
Yüksek lisans
Ankara
Ankara, 8 Şubat 1958
700 okur puanı
Nisan 2023 tarihinde katıldı
Kabiliyet!
110 voltluk cereyana göre yapılmış bir vantilatörün, yanlışlıkla 220 voltluk cereyan fişine takıldığı için yandığı konuşuldu: — "Bâzı kimseler de vardır ki kabiliyetleri yüksek derecelere müsâit değildir. Fakat büyüklerin hallerine bakarak kendilerine de öyle yüksek mevkiler verilmesini isterler. Halbuki kabiliyetleri o vantilatörünki gibi zayıftır ve istedikleri verildiği takdirde yanarlar."
Reklam
Yaşlı kadın dedi ki:
Sen daha toysun, acemisin., o kadar bol söyleme.. unutma ki sevilmemek, cehennem ateşi gibidir.. Güllü şimdi, yanaklarındaki kırmızılığı gittikçe çoğaltan sarhoş bir coşkunlukla atılıyor: Benim gönlümdeki sevdanın yanında, yedi cehennemin ateşi bahar kalır. Ateş ateşi yakmaz, sen ne diyorsun abla?.
Rahmet bir parça!
Çihil u du fasl'da Ensârî, rahmet ile annelik arasındaki bağı ortaya koymak için başka bir hadis zikreder. “Allah rahmeti yüz parça olarak yaratmış ve doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuştur. O, yeryüzüne rahmetin bir parçasını indirmiştir ki yaratılmışlar bu bir parça dolayısıyla birbirlerine merhamet ederler, öyle ki bu rahmet dolayısıyla kısrak, yavrusuna bir zarar gelmemesi İçin toynağını kaldırır.” Onun mağfiret ve rahmetine bir son ve sınır yoktur. O, yüzlerce rahmet hazinesinden sadece bir tanesini âleme tahsis etti. Sultanların adalet etmesi, zenginlerle güçlülerin iyilik ve cömertlik göstermeleri, âlimlerin hakkı söylemesi, komşunun elinden tutup mazlumlara yardım eriştirmek, imarethaneler, mescitler, çeşmeler inşa etmek, su kuyuları açmak, köprüleri onarmak, iyiliği emredip yayarak kötülükten sakındırmak [emr bıl-mâruf nehy anil-münker] ve daha bunlar gibi şefkat göstermeye, lütuf ile muamelede bulunmaya [telattuf], rahmet ve merhamete, ihsan ve ikrama dair her ne varsa hepsi o tek bir rahmetin izleridir, işte bu tek rahmetin şu fâni âlemdeki etkisi böyle ise, yarın kıyamette doksan dokuz hazinenin sınırsız ve sonsuz rahmeti özellikle tevhid ve marifet ehline taksim edileceği zaman müminin payına düşecek olana bak bakalım

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Rahmetime bak!
Kulağına her bir ağaç yaprağından, kâinatın her zerresinden hattâ taştan, topraktan ve çer çöpten dahi yüz binlerce tesbîh ve takdis gelecektir. Şöyle söylerler: Benden kaçtığın vakit rahmetime bak, bana kaçtığın vakit rahmetime bak, bana itâat ettiğin ve kulluğa yapıştığın vakit rahmetime bak, bana geldiğin vakit rahmetime bak, cansızlara, ağaçlara, ırmaklara ve kendine baktığın vakitlerde de yine benim rahmetime bak!
“De ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ( Al- i İmrân 3:31). Peygamberlerin vazifesi hidâyet [guidance] getirmektir. İnsan Allahı sevmek için yaratıldı. Hepimiz sevdiğimizi, arzu ettiğimizi, istediğimizi, hasret duyduğumuzu biliriz fakat çoğumuz gerçekten sevdiğimiz şeyin ne olduğundan pek emin değilizdir. Sıklıkla kendimiz ya da başkalarının insanlara ya da nesnelere âşık olduğunu görürüz. Derken aşk kaybolur, biz de bu yüzden sevgimizin odağını başka bir kimseye ya da nesneye çeviririz,gerçekte sevmeleri gerekenin kim olduğunu bulana kadar… Sürer gider!
Reklam
Kurandaki Yusuf kıssasının yeniden anlatımında sevginin ve güzelliğin tabiatına ilişkin birçok görüş bulurlar. Meybudî “Onu ucuz bir fiyata sattılar” (Yusuf 12:20) ayetinin tefsirinde bunun bir örneğini verir: Yusuf’u (a.s.) kardeşlerinin az bir bedele satmalarında şaşılacak bir şey yok, esas şaşılası olan Yusuf (a.s.) gibi birisini yirmi dirheme elde eden kervancıların işidir! Halkın baki olan cenneti az bir dünyaya karşılık satmalarında şaşılacak bir şey yok, esas şaşılası olan öyle muazzam bir cennetin ve muhteşem mülkün fakire verilen bir somun ekmek karşılığında kazanılmasıdır! Gerçekte talihe bir bedel biçilemez, Hakk’ın lütuf ve keremi de karşılıksız bir bağıştan başka bir şey değildir.
“Umutları kesildikten sonra yağmuru indiren O’dur” (Şura 42:28).
Kuşeyrî der ki: Bu ayet kulun bütün dallarının kuruduğu, sevgisinin saflığının bozulduğu, ünsiyet güneşinin karardığı ve ahdinin tazeliğinin kurbiyet meydanından uzaklaştığı vakte işarettir. İşte o anda iken bazen Hak ona rahmet nazarıyla bakar ve sırrına rahmet yağmurlarını gönderir. O zaman ünsiyet mahallinde taze sürgünler peyda olur ve güller açar. Abdullah Ensârî şöyle dedi: Bu işin sonu da işin başı gibi olduğundan dosta giden yol dairevidir. O’ndan gelir ve O’na geri döner. İşin başlangıcı bahar misalidir ve çiçeklerledir, insan o başlangıçta mutlu, zinde ve rahattır, sonra inişlerle ve çıkışlarla karşılaşır. Hayal kırıklıkları ve savrulmalar sökün eder. Çünkü kullukta hem birleşme ve toplanma [cem] hem de ayrılma ve savrulma [tefrika] vardır. Makamlarda nur da vardır zulmet de. Kul savrulmanın karanlığında öyle gizli hâller görür ki “Titriyorum çünkü hiçbir değerim yok. Bu düşüp savrulmadan kurtulana kadar yanmaktan başka ne yapabilirim? Peki, bu düşüş durumundan çıkıp yeniden kalktığım zaman ne olacak?” der. “0, umutlan kesildikten sonra yağmuru indirir.” Bu cömertlik [cûd] bulutları vücûd yağmurlarını boca eder. Kabaran nimet bulutları dört bir yana karşılama incilerini [dürr-i ikbâl] saçar, nimet bahçesinde vuslat gülü açar ve işlerin sonu en başına döner.
Uzakta olan!
“Uzakta olanın yakınlığı, yakında olanın uzaklığına tercih edilir. Çünkü her yakınlaşma zamanla uzaklaşmaya dönüşür.” demiş Franz Kafka.
Üç nefis…
İslami 10. Yüzyılda yazılmış eserlerde bazı alimler nefsi; bitkisel, hayvânî ve aklî olmak üzere üç temel mertebede sınıflandırmışlar. Buna göre üç nefis mertebesinin her biri kendi tabiatına uygun bir sevgi ve aşka sâhiptir. Nebâtî nefsin şehvet olarak isimlendirilen aşkı yiyecek, içecek ve üreme için olan sevgidir. Hayvânî nefsin gazap olarak isimlendirilen aşkı egemenlik ve denetim elde etmek için olan sevgidir. Aklî nefsin aşkı ise Hakkı tanımak ve erdemleri kazanmak için olan sevgidir. Alimler daha sonra nefis mertebelerinin tipolojisini insanın durumuna uygular. Her insan her üç nefise de sâhiptir çünkü her birimiz bitkilerin, hayvanların ve insanların yetenek ve güçlerine sâhibiz. İnsan tiplerinin muazzam çeşitliliği, bir bireyde söz konusu üç nefsin hangisinin baskın olduğuna bağlı olarak üç ana başlık altında sınıflandırılabilir. Nebâtî nefis tarafından yönetilen insanların aşkı duyuları tatmin etmede yatar. Hayvânî nefsin egemen olduğu kişiler güç ve denetimi sevecektir. Aklî nefsin baskın olduğu kişiler ise bilgi, anlayış ve erdem peşinde olacaklardır. Bunlar onların yorumlarıdır.. En doğrusunu Allah bilir.
Zayıf ve güçsüzün korundugu bir sistem!
Bu sistemde zayıf ve güçsüz korunur. Zahirde bunun misali vardır. Ağaçların kökleri ne kadar dayanıklı, dalları da ne kadar sık olursa meyveleri o kadar küçük ve hafif olur. Zayıf ve yumuşak bitkilerin meyveleri ise büyük ve ağırdır, karpuz ve kabak gibi. Fakat burada ince bir nokta vardır. Bir bitkinin meyvesi büyük ve ağırsa, o meyveyi taşımaya takati yoksa, ona “şu ağır yükü sırtından indir de toprağa bırak” denilir: Bu şekilde insanlar nerede zayıf ve aciz birisi varsa onun İlâhî izzetin lütfuyla korunup beslendiğini bilirler. “Biz onları karada ve denizde taşıdık” ayetinin sırrı işte budur. (Keşf 8:100-102)
Reklam
Bu ne muazzam ve mahir bir esintidir!
Gömlek Yusuf’un kardeşlerinin elindeydi fakat onlar bu işin sırrından/gömleğin kokusundan habersizdiler. Aşkın cezbeleri Hz.Yâkub’un kalbine ve ruhuna düştü de Yakup onu karşılamak için arzu ve hasretini önden gönderdi, Yusuf da hoş kokusunu kendinden haberdar olana yolladı. Koku seksen fersah mesafeden arzu ve hasrete ulaştı. Hasret hepten hoş koku, hoş koku da hepten hasret kesildi. Yâkub’un inlemesi dertler hanesinden duyuldu: “Doğrusu ben Yusuf’un kokusunu alıyorum... Bu ne muazzam ve mahir bir esintidir!
Tövbe! Müthiş bir eylem…
Hiçbir şeye muhtaç olmayan Hakk’ın dergâhında O nun ezelî inâyeti söz konusu olduğu zaman insanın durumu annesinin bayramlık elbise diktiği Çocuğun durumuna benzer. O, âdeta şöyle demektedir: Dikkat et yavrum, dikkat et! Bu güzel elbiseyi lekeden koru! Çocuk dışarı çıkıp arkadaşlarıyla oyuna dalar ve elbiseyi kirletir. Eve üstü başı kirlenmiş döner, şaşkınlık ve endişeyle bir köşeye saklanır. Annesine “uykum geldi” deyip durmakta, anne ise çocuğun azarlanmaktan korktuğunu bilmektedir. “Yavrucuğum” der, “gel, seni dışarı göndermeden sabunu da suyu da hazır etmiştim çünkü ne işler karıştıracağını ve ne ile geleceğini biliyordum”.
Rüzgar çanları
Malikânelerin girişlerinde genellikle rüzgâr estikçe sallanıp ses çıkartan çıngıraklar vardır. Şimdilerde metal, ağaç alçı vb. malzemeden üretilip evlerimizin verandaladına, balkonlarımıza kadar gelip güzel sesler çıkartan bu çıngıraklara "rüzgâr çanı" denilmiş. Kalplerimiz de, asılı durdukları rüzgârın esişine göre yerli yersiz salınıp
Neden topraktan?
Ateş sönünce geriye kül kalır ve kül bir daha asla ateşe dönmez. Toprak ise kuruyup eskise de üzerine biraz su serpersen yenilenip canlanır.
Bilge sohbet ederken “Bize çok şey açtınız” demişler. “Senelerdir “CEHENNEMDEN ÇIKIŞ” anlatıyorum size. Daha “CENNET” i hiç açmadım” demiş… Ve bir gün Bilge “AŞK” demiş. Aşk deyişiyle bir start vermiş ki âlemlere gönüller coşmuş, kalpler titremiş. Sevgi sarmış âlemleri. Aşk ile…
4.329 öğeden 4.291 ile 4.305 arasındakiler gösteriliyor.