Ankara'da bir çiçekçiden, bir tek kırmızı gül al lütfen. Ama bir tek. Onu Anıtkabir'e götür ve Mustafa Kemal'in mübarek kabrinde yere bırak. Ayak ucuna. Kimden geldiğini o anlar, ama sen yine de, "Bunu Latife gönderdi" diye söyle!
Fethi Okyar, (Paris'in Türkiye Büyükelçisi) Yalova'ya Mustafa Kemal'i görmeye gitti. Eski arkadaşına Fransız Hükümetinin Türkiye'ye dair görüşlerini aktarmıştı. Mustafa Kemal de ona Türkiye'deki durumu şöyle özetlemişti:
"Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır... Ben ise memlekete miras olarak bir istibdat müessesi bırakmak ve tarihe o suretle geçmek istemiyorum."
Ardından, "Ben bunun çaresini buldum" diye devam etmişti: "Memlekete muhalif bir fırka teşkil etmek lazımdır."
Bekardı, tamamen özgürdü. Zaman zaman eline ayağına dolanan evlilik bağından kurtulmuştu. Planladığı reformlar, sahip olduğu iktidar, bir dediğini iki etmeyen silah arkadaşları ve sayısız hayranı olsa da o artık yalnız bir erkekti.
Bu Avusturalyalıların akıllarından bir zoru olmalıydı. Hayatlarının baharında, en parlak zamanlarında, hayatlarını öylece veriyorlardı. Kıyıya gidenler mükemmel adamlardı. Gelenler ise birer enkaz gibiydi. Ancak savaş savaştı ve devam etmeliydi.
Mezarlığa yakın bir alanda durduk. Askerlerimiz mezar kazıyordu. Haç işaretleri güzel görünüyordu. Kimse bu görüntünün bir sahilde gözlemlenebileceğini düşünemezdi.
Mektuplarımızı aldık. Hepimizin mektupları aynısını söylüyordu. Eşlerimiz, altı haftadır bizden mektup alamadıklarını yazmışlardı. Oysa ki hepimiz oldukça sık yazıyorduk. Burada kim suçlanacak bilmiyorduk, belki de bize bu adi oyunu oynayanlar arasında sansür de vardı.