Fakat ülkemizin durumu malûm: Dostlar arasında kalbin üzüntülerini saf bir biçimde göstermemek arkadaşlık adabından sayılıyor. Eğlence gibi hükümsüz şeylerde bile beğenmediğini ikiyüzlülükle beğenir gibi görünmek insanlık görevi sanılıyor.
İnsan uygarlık dünyasının lezzetlerine ne kadar alışık olsa da yine arada sırada ilk hali olan kırlarda oturma eğilimini bütün bütün aklından çıkaramıyor.
(Doğu'ya özgü hayallerle fazla haşır neşir olmaktan mıdır, nedir, ben gülden söz ettikçe bülbülü bir türlü unutamam. Gerçi güle âşık olmadığını bilirim. Fakat zavallı kuşun sevdalı hallerine bakılırsa o ufacık gönlünde ne büyük bir aşkın izi hissedilir.
O aşk da varsa kendi özgürlüğünedir, tutulup da kafese hapsedilince şakıması şöyle dursun, çoğu zaman yaşaması bile mümkün olamıyor.)
Ne denli yıkılsan, yaşlansan, mahvolsan da, tepeden tırnağa başka biri haline gelsen de- Gözler, gözler hep aynı kalır, gözler insanı ele verir. Gözlerdir ruhumuzun kapısı zaten, değil mi efendim?