“Nereye gidelim?” diye soran yavrusuna, “yürü, Allah’ın arzı geniştir.” diyen anaların memleketidir Gazze.
80 yıldır bitmeyen bir hicret var ama ortalıkta tek bir ensar yok!
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum.
Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını.
İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.
Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...
Gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...
Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
Aradan birkaç ay geçtikten sonra, bir kadın için suskunluğun ne kadar anlamlı olduğunu, dağınık bir konuşmanın da düşünceyi ne kadar gizlediğini öğrendim.
Eğer beni yargılayanlar, çekiciliklerin gücünü, ruhumun dayanmaya doğru kahramanca atılışlarını, uzun direnişim sırasındaki bastırılmış öfkelerimi bilmiş olsalardı, bana kan ağlatacakları yerde akan gözyaşlarımı silerlerdi.