Çok uzun zamandır kitaplığımda olup da sürekli elime aldığım ama yarım bırakırsam korkusuyla bir türlü okumaya cesaret edemediğim, okuduktan sonra da ben bunu daha önce nasıl okumadım dediğim Dostoyevski klasiği. Aslında birçok şey yazmak istiyorum ama aynı zamanda hiçbir şey yazamıyorum tüm cümleler zihnimde parlayıp geri sönüyor.
Okumaya başlayınca hikayenin içine aniden girdiğimi hissettim, gerek fiziki gerek ruhsal betimlemelerle sanki her şeyi bizzat yaşadım.
Kitabın toplumsal düzene, aile ilişkilerine, suç kavramına eleştirisini okuyunca bakış açımın genişlediğini gördüm. Kitabı okumadan önce “suç ve suçlu” kavramına böyle bakabileceğimi sanmıyorum. Sonuçta benim gözümde bir suç varsa bunun gerekçesi olamaz, cezalandırılması gerekir. Kitabın kahramanı Raskolnikov’un iç hesaplaşmalarını okurken aynı psikolojiye giriyorsunuz ve bu sizi düşünmeye sevk ediyor. Kitapta beni en etkileyen ve aslında Dostoyevski’nin de dehasının ortaya çıktığı kısım bence kesinlikle Raskolnikov ile Petroviç karakteri arasında geçen diyaloglardır.
Raskolnikov, Petroviç, Sonya, Dunya, Lujin, Razumihin... Tüm bu karakterlerin analizini yapmak dahi sanıyorum sayfalar sürer. Kısacası dünyadaki herkesin hayatında en az bir kere okuması gereken bir başyapıt.