Ben o annenin yerinde olsam şöyle derdim, "Dünya canavar ruhlu insanlarla dolu evladım," "Kimsenin aldırdığı yok zaten, herkes görmezden geliyor. Gerekirse sen tek başına bu canavarlarla mücadele edeceksin"
Bir çok yaşanmışlık eksik bırakıyor beni ya yetişememenin kaygısı ya da pişmanlığın tortusu. İkisi de suçlu ikisi de. Çürümüş gülümsemeler kuşatmış etrafımı; yaşanmamamışlık kokan. Yolculuk başlıyor ilk tokatın acısında ve bir son nefes gerekiyor dindirmek için acıyı. Kutlu sanıyoruz ya bu yürüyüşü en çok ona şaşıyorum. Karşımızda yaşanmışlık sürüsü arkamızda ise yalanlar tortusu. Kimin kimde kaldığını sorup duruyoruz sağa sola. Yolda bulduğumuz yüreğide karakola teslim edip makbuz alıyoruz karşılığında. “Kara” kol ise umursamıyor hangi “kol”un söküp attığını. Atan kalbi atan’ın vardır bir sebebi yolun ortasına; kırılmıştır çünkü işe yaramaz bir daha; tamiri imkansız çiziklere çekilen cila da işe yaramayınca. Aslında bilinen bir gerçektir yaşamın bir çizgi parodisi olduğu. Çiziklerden oluşur eni kökü; ilk ve son arasında uzanan. Yaşam öyle zor değil aslında yaşamadıkların yanında. Kırık dökük bir dört zamanlı motor; sıkıştırıp ateşe verdini mi tamam. Geride kalan biraz hareket biraz duman. Çevreye verdiği zararı en aza indirmek içinse takılan bir susturucu mutluluk. Gece gündüz çalışsa da asla pişman olmuyor; geç de kalmıyor yaşam. Rot balansı bozuk bir dingil olunca zorlanıyor kullanan. Motorun kalbini sökmek gerekiyor işte o zaman. Bulaştığımız hayat bize de bulaşıyor. Pişman olsak da geceye kaydımızı yaptırıp dalıyoruz karanlığa, ay ışığı kifayetsiz günaha bulaşmış yüreklerin karasına, uykuya sığınıyoruz yerli yersiz, sabahın ayazı temizler umuduyla.
Çocukluğumun büyük kardeşi olmak istiyorum. Yanında durup başını okşamak. Sonra da geçmeyecek küçüğüm hiç bir acı geçmeyecek; sadece alışacaksın ve öğreneceksin; önce kendin dışında her şey olmayı. Beni bulmak içinse çok çaba harcamalısın. Bulur musun bilmem ama bu çaba değer yaşamaya. Sana güzel şeyler yaşayacaksın diyeceğim elbette ama en çok