Gök Tanrı'm korusun
Yer anam Umay yardımcımız olsun
Yer yarılıp otlar çok olsun
Evimiz konağımız olsun
Ahırı hayvanla, ailesi canla dolsun
Türk gençlerinin yolu açık olsun
Her zaman Tanrı'm korusun, yardımcımız olsun
"Kimse kılına dokunamaz. Sana zarar verilmesine izin vermem. Kovulursan seni himayeme alırım."
"Nasıl? "
"Seni nikahıma alırım."
"Ah! Hiç olur mu! "
"Evet, olur. Alamaz mıyım yani? "
"Müsaade etmezler."
"Bazı işler için müsaade gerekmez Mehpare. Bana itina ve şefkatle bakıyorsun. Sen olmasaydın iyileşemezdim. Üstelik çok da güzelsin. Akıllı ve terbiyelisin de. Eee, daha ne ister bir erkek?"
Kader hep tekrar ederdi kendini Osmanlı ailelerinde. Kadınlar, kanamalar durdurulamadığı, iltihaplanmaların önüne geçilemediği için doğumda, erkekler cephede ölürdü. Doğan çocukları teyzeler, dayılar, amcalar, halalar büyütürdü.
bedenini yeniden sağlığına kavuşturmak sabır işiydi, aylarca hastanede, bir yıl boyunca evde tedavi etmişlerdi ama ruhunu sağlığa kavuşturmaya sabır da yetmemişti anlaşılan.
Anadolu'nun bir ucundan öteki ucuna, önce vagonları tıklım tıkış dolu bir trende, sonra da buz gibi havada at arabalarında sürdürülen eziyetli ve uzun bir yolculuk yapmışlardı. Nihayet menzile ulaştıklarında, acı hakikat, beyazlar giyinmiş bir cellat gibi dikilmişti karşılarına. Cehennem, alev kırmızısı ve yakıcı olmalıydı. Oysa, onları bekleyen cehennem, bembeyaz ve dondurucuydu. O kadar
dondurucuydu ki, erlerin elleri, ayakları, yüzleri yanıyordu soğuktan. Tıpkı ateşe değmiş gibi, yanık yaraları açılıyordu soğukla temas eden tenlerinde.