Suyu arayan adam bence Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin okuması gereken bir otobiyografi… MEB’in çocuklara okutulması gereken 100 temel eser listesinde lakin bizler bu kitabı daha yeni yeni duyup öğreniyoruz…
Şevket Süreyya Aydemir öyle bir kitap yazmış ki içinde çocukluğu, gençliği, savaştığı cepheler, Anadolu’yu baştan başa adımlaması, Anadolu insanına dair gözlemleri, aşkları, idealleri, cumhuriyetin kurulduğu yıldan çok partili yaşama geçene kadar bu ülke için verdiği emekler, iyikileri, pişmanlıkları, en sonunda kendine dönüşü ve kendini buluşu, bütün ömrü var neredeyse… ve bunları okumak gerçekten hem yazarla ortak noktamız olan öğretmenliğimin ne kadar önem teşkil ettiğini bir kez daha hatırlattı, gururlandırdı, o dönemin insanlarına imrendirdi hem de o dönemdeki idealist ve prensip sahibi insanlardan nasıl böyle bi döneme geldik üzdü… Çok etkileyici bir otobiyografiydi kesinlikle… Kitabın dili ara sıra eski kelimeler kullanılması dışında çok akıcı ve sürükleyiciydi… üstelik bu kitapta sadece Türkiye’den ve Türk tarihinden değil , Çin tarihi ve Çin’le ilgili yazarın gelecekteki öngörüleri ve Rusya’yı anlatan, dönemin ve geleceğin sosyalist ve kapitalist devletlerini anlatan sayfaları ile de çok şey öğreneceksiniz… Okuyacak olanlara şimdiden keyifli okunmalar dilerim…
Bir kitap, yazarı erkek olduğu hâlde kadın dilinden bu kadar güzel yazılabilirdi... Öyle sürükleyici bir anlatımı var ki Livaneli'nin.. insan kitabı su içercesine okuyor... Yazar, Hitler Almanyası'nı ve buradan İstanbul'a uzanan imkânsız aşkı öyle şahane bir anlatımla ele almışki yazarın kalemine ve esere hayran kalmamak mümkün değil... İçinde hem tarihi, hem aşkı barındıran hem de toplumlar ve kanayan yaralarının eleştirel bir bakışla sunulduğu bu kitabı okumayı herkese tavsiye ediyorum...
Hakkari'de Bir Mevsim kitabının incelemesini sadece iki heceyle yapmak istiyorum. Müt-hiş bir kitap. Böyle bir anlatım böyle bir aktarım yok... Yazar kendisinin birebir yaşadığı gerçekliği, düşsellikle harmanlayarak her satırında ayrı coşturdu beni... gerçekten alıp götürdü beni Hakkâri'ye... Umutsuzluk ile umudun iç içe geçtiği bu kitabı kendini arayan; Gerçek ne? Düş ne? İnsan ne? Yalnızlık ne? Çaresizlik ne? diye soran ve okuyan herkesin çok seveceğini düşünüyorum... Hayatımda şimdiye kadar okuduğum en muazzam kitabı "Hakkâri'de Bir Mevsim" ilân ediyorum! Şu anda
Ferit Edgü 'nün kalemiyle derin bir aşk yaşıyorum...
İsrail Devleti 'nasıl, ne zaman, nerede, kimlerin desteğiyle' kuruldu? sorularının bütün cevabı bu kitapta.
Kitap tarihi roman olarak geçiyor ancak tarih kitabı olma niteliği daha ağır basıyor bana göre. Filistin ve İsrail arasında 1948 yılında başlayıp günümüze dek süren mücadele detaylı ve çok akıcı bir şekilde okuyucuya sunulmuş ve bu mücadeleyi bilmek ve anlamlandırmak isteyenler için, Ortadoğu ve Dünya tarihine ilgi duyanlar için zevkle okunacak bir kitap. Ancak bu tarz konulara fazlasıyla ilgi duyan ben bile yer yer sıkıldım diyebilirim. Çünkü İsrail ve Filistin bu savaş döngüsünden asla ama asla çıkamıyor cidden. Filistin topraklarını geri almak için mücadele veren Beşir adlı Filistinli karakter romanın sonuna doğru dahi hapislerde.. Yani içerik tarih kitabı şeklinde aslında ama araya serpiştirilen karakterler (gerçeği yansıtıyor) Yahudi bir kadın olan Dalia ve onların evlerinin (bahçesinde limon ağacı olan o kadim ev) asıl sahibi Filistinden sürgün edilen Filistinli Arap Beşir karakteri arasında daha etkili ve heyecanlı diyaloglar gelişebilirdi.. Yazarın bu noktada okuyucuyu daha fazla şaşırtmasını beklerdim. Onun dışında dilin akıcılığı, anlatım, olayların emek emek hem Amerika, Avrupa hem de Arap arşivlerinden herşeyi en ince detayına kadar yazarın bütün objektifliğiyle yaşananları bizlere aktarmasını sevdim.
Okuma listesine ekleyen herkese keyifli okumalar dilerim.
Konu ve akıcılık bakımından kitabı beğendim. Özellikle kadınların ilgisini çekecek bir içerik ve anlatıma sahip olduğunu düşünüyorum. Kitap biraz üzücü ve sürpriz sonlu bitiyor; yazar epey şaşırtıyor okuru son sayfaya kadar. Bu da kitabı ve yazarı okuma isteğinizi son ana kadar diri tutuyor. Rosalie ve kızı Anna ile kadınların ruh dünyalarının ve birbirlerine karşı takındıkları tavırlar ve erkeklere karşı hissettikleri duygular konusundaki psikolojik tahliller oldukça etkiliydi. Okuyacak olanlara keyifli okumalar dilerim.
Keşke romanı, Sabia ve Fikret adlı karakterlerin köy enstitüsünde ve sonrasında yaşadıkları aşkın ve bir türlü kavuşamayışlarının içinde Türkiye'nin yakın tarihine harikulâde bir şekilde ışık tutuyor. Bir öğretmen olarak köy enstitülerinin anlatıldığı, nasıl açıldığı, nasıl işlev gördüğü ve hangi nedenlerden dolayı kapatıldığı bölümleri okurken romandan fazlaca etkilendim. Öncelikle her eğitimcinin, daha sonra tüm vatandaşların okuması gereken, milli bilinç aşılayan, insanı umutlandıran, yer yer üzen, harika bir dil, akıcılık ve olay örgüsü içinde yazılmış muazzam bir tarihi aşk romanı. Kitapla ilgili bir diğer çıkarımım da şu ki söylemeden geçemeyeceğim; değişim öğretmenle başlamıyor, gelişmeye gönlü ve isteği olan, kendi çıkarını ülke çıkarının gerisine koyan, vatansever insanlarla başlıyor, eğitimcilerle gelişip yeşeriyor. Ülkemiz için; her bireyin kişisel çıkarını, vatanının çıkarlarının gerisine koyabildiği yarınlara ulaşmak ümidiyle... Kitabı okuma listesine ekleyenlere şimdiden keyifli okumalar. Ayrıca emeğinize, kaleminize, yüreğinize sağlık Sema hanım...