Atatürk hemen Alemdağ'daki Köşk'ü sordu. Anlattılar. Haritayı getirterek Köşk'ün yerini inceledi. "Münasiptir" dedi. Ama binanın bakıma muhtaç olduğunu öğrenince üzüldü. Belki o kadar yaşayamayacağını artık kendisi de tahmin ediyordu. Sonunda "Hele şimdilik dursun bakalım" dedi, "ilerde tekrar görüşür, bir karar veririz".
Bir daha o konu hiç açılmadı...
"Bundan böyle tedavinize büyük bir itina göstermek zorundasınız" dedi. Reçete yine aynıydı: "Yatakta mutlak istirahat ve perhize harfi harfina riayet".
Atatürk çaresiz boyun eğdi. Ama ümitsiz bir çocuk gibi bir şeyi sormadan edemedi:
"Eğer ara sıra yatla gezersem, yataktan çıkıp, güvertede biraz dolaşmaklığım kabil midir?"
"Sonuna kadar savaşacağız. Çünkü sen benim her şeyimsin tamam mı? Dünyada kimseyi seni sevdiğim gibi sevmeyeceğim. Sana yemin ederim bir gün istediğimiz gibi var olma şansımız olacak, o zaman geldiğinde de geride kalan herkesi siktir edeceğiz."
"İnsanlar bana hep kötü davranacaklar. Sense, bilirsin işte, sensin.
İnsanların, ne yaparsam yapayım, kıçımı yırtsam bile beni her zaman başkalarıyla kıyaslayacağının yaşayan örneğisin."