Gerek caddeyi, gerek uçsuz bucaksız denizi seyre dalmışken birden kendini, iç alemini seyrederken buluverirdi. İnsanlarla ilgili en önemli keşiflerinden biri oldu bu. Bir yeri seyre koyulan insan, iç dünyasına dalmaktan kendini alamıyordu. Nihayet en sonunda o uzaklara bakan gözler, insanın kendi iç dünyasına dönüyordu. Zihin, iç dünyayla dış dünya arasında bir sarkaç gibi gidip geliyordu. Muhayyilesine akın eden düşüncelerle, hayalinin dışarıdan getirdiği ve belleğinde yer etmiş imgelerin içinde uyandırdığı duygularla doluyken hiç de yalnız olmadığını idrak etmişti buruk bir sevinçle.
Belki de insanlar başlarını yukarı kaldırıp da aya bakmak akıllarına gelmediği, onu seyretmeyip zihinlerini dünyanın oyalayıcı işlerine taktıkları için mutsuzdular. Kim bilir?
İnsanlara bak ve onların mutsuzluklarına bir birim ver. Örneğin de ki, insanlar on birim mutsuz. Sonra da onların mutsuzluklarını yüzle çarp. İşte bu, insanların gerçek mutsuzluğudur.
Fakat ben son dakikaya kadar ümidimi kaybetmeyeceğim. Bana hiçbir fenalığı dokunmayan nefsime bu en büyük haksızlığı yapacağım dakikaya kadar her şeyin değişebileceğini umarak kuvvet bulmaya çalışacağım.
Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı?