Bütün dış hayat, bildiğimiz bütün oluşlarıyla, başımın üstünde bir takım basık tavanlardan ibaret... Onları bir bir yıktıkça, çıkan ikinci katın tavanı da bana alçak geliyor ve ciğerlerimin muhtaç olduğu havaya bir türlü çıkamıyordum. Çatıyı da yıkamıyordum.
Fikirde daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi; sır idrakine bağlı ve ilâhi vahdeti tasdikçiydim. Fakat bu haller, ateşe kartpostal üzerinden bakmak, onu resimden tanımak gibi bir şeydi. İçine giremiyor, ötesine geçemiyordum. Olamamanın ve tam bulamamanın içime yerleştirdiği huzursuzluğu da hiç bir şey dağıtamıyordu. Geceleri beni topuklarımdan çekip:
— Hani ya, ne vakit? Diye yalvaran sesi duymamak için de zaman zaman kendimi kaba nefsaniyetime büsbütün bırakıyor, en sert nefs esareti altında yaşıyordum.